ZKS’DE PROF. DR. ÖMER TÜRKER 6 ARALIK’DA “İSLÂM DÜŞÜNCE GELENEĞİNDE AHLAKÎ TEFEKKÜRÜN KAYNAKLARI” SEMİNERİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ
Zeytinburnu Kültür Sanat’ta düzenlenen “İslâm Düşünce Geleneğinde Ahlakî Tefekkürün Kaynakları” seminerinin 6 Aralık’ta gerçekleşen oturumunda Prof. Dr. Ömer Türker “fizik-metafizik” konusunu ele aldı.
Ömer Türker, klasik gelenekteki fizik-metafizik ilişkisine değindi. “Klasik filozoflar, gök cisimlerinin bu dünyadaki unsurlardan farklı ve oluş-bozuluşa konu olmayan bir unsurdan meydana geldiğini düşündüklerinden, onların hareketini doğal hareket kategorisine dâhil etmediler. Gök kürelerinin hareketi tekdüze olsa bile sürekli ve kusursuz olduğundan bu hareketin de bir neftsen kaynaklanması gerektiğini düşündüler. Dört unsurdan oluşan cisimlerin doğal hareketinin dışındaki bütün hareketleri, nefs ilkesiyle açıkladılar. Bu görüşü sistemleştiren Aristoteles, nefsi, doğa teorisinin bir parçası olarak sisteme dâhil etmişti. Aristoteles, Tanrı’yı dahi hareket teorisinin bir parçası olarak ele almış, onu genelde bütün evrenin ilk hareket ettiricisi, özel olarak da kuşatıcı feleğin muharriki olarak değerlendirmişti. Yeni Eflatuncu sudur teorisiyle Tanrı, akıllar ve nefslerin sistemdeki konumları değişti. Sudurcu düşünürler, her ne kadar Aristotelesçi fiziği tevarüs etseler de “birden ancak bir çıkar” ilkesiyle bütün mevcutları, tek bir ilkeye dayandırdılar ve bütün varlığın kademeli bir şekilde Bir’den türediğini iddia ettiler. Teori, Aristoteles’teki tümevarımsal karakterinden kurtulup tümdengelimsel bir karaktere büründü. Yeni Platoncular bu görüşleriyle paralel bir şekilde hareketin nedeni ile varlığın nedenini ayrıştırarak ilkinin fizik, ikincisinin metafizik neden olduğunu düşündüler.”
Ömer Türker, İslam kelamcılarında fizik-metafizik ilişkisinden bahsetti. “İslam kelamcıları, nefs ve akıl kavramlarının, hareket türlerini açıklamak için metafizik düşünceye girdiğini Hicrî II. yüzyılda fark ettiler. Bu sebeple nefs kavramın yerine kudret kavramını koyarak nesfler ve akıllara yüklenen işlevi, tamamıyla kudret kavramına taşıdılar. Kelamcılar, kudreti; “irade doğrultusunda tesir eden sıfat olarak veya “farklı türden fiillerin yakın ilkesi olan şey” olarak tanımladılar. Ehl-i sünnet kelamı, nesnelerin bütün hareket ve sükûnunu doğrudan ilahi kudrete dayandırdığından, oluşlar arasında herhangi bir sebep-sonuç ilişkisini reddetti. Filozoflar ise nefsler ve akıllara verdiği konumu doğrudan ilahi kudrete yüklediler. Tabiat teorisinin bir parçası olan kudret, sadece ilahi kudretin yaratma kudretinin bir ifadesi olarak teoriye dâhil edildi.”
Türker, “İnsanın metafizik idraki, fizik bilimlerin bir uzantısı mıdır?” sorusu üzerinden fizik-metafizik tartışmasını daha geniş çerçevede ele aldı. “Hareket teorisini, fiziksel olmayan bir açıdan metafizik ilkelerle ilişkilendirmenin iki yönüne işaret edebiliriz. Birincisi; kelam, metafizik ve tasavvuf gibi varlık araştırması yapan disiplinlerin hem İslam öncesindeki hem İslam’daki tarihi, insanın fiziğin ötesine geçen idrakinin, fizik dünyanın bilimsel bilgisine değil, insan aklının zorunlu idraklerine dayandığını göstermektedir. Metafizik, öncelikle insanın kendi varlığına ilişkin apaçık bir idrakinden yola çıkar. Felsefe, kelam ve tasavvuf geleneklerinin ortaklaşa dile getirdiği üzere duyu idrakleri, varlık kavrayışının tümelleşmesi sürecinde inşa edici değil uyarıcı ve hazırlayıcı bir işlev görür. Aklın kendi üzerine düşünebilme kabiliyeti diğer bir deyişle insanın bilen bir özne olması, bilginin nesnesinin her şeyden önce insanın kendisi olduğunu gösterir. Kelamcıların kadim-hadis, genel olarak filozofların illet-ma’lul, Amiri ve İbn Sina’nın zorunlu-mümkün ayrımları, tek bir noktaya işaret eder: Fail ilkenin zorunluluğu. Bu fail ilkenin filozofların düşündüğü anlamda salt varlık oluşu, kelamcıların düşündüğü anlamda sıfatlarla mücehhez bir zat yahut vahdet-i vücudcu sufilerin düşündüğü anlamda varlık olmak bakımından varlık oluşu ikinci bir tartışmadır. Fizik teorileri, bir şeyin oluşum süreçlerini yapabiliyorsa tasvir edebilir fakat onun niçin o şey olduğuna dair apaçık bir açıklamaya varması mümkün değildir. Var olan her şey, fail bir ilkenin bilgisi olduğu için kendisi olarak vardır.”
Türker, fizik-metafizik ilişkisi hakkında neticede: “Varlık üzerine külli bir tefekkür faaliyeti olarak metafizik idrakler, hiç kuşkusuz insanın bütün idrak araçlarından beslenir ama duyusal idrakin bir uzantısı olarak ortaya çıkmaz. Bu sebeple de belirli bir fiziksel öğretiyle olan ilişkisi zorunlu değildir. Fakat dönemlerin fizik teorileri ile her türden metafizik öğreti arasında talimi bir ilişki vardır.” dedi.