100 YÜZE İMZA VE SÖYLEŞİ PROGRAMINDA SEZONUN SON KONUĞU ŞAİR ÖMER ERDEM OLDU
16 Mayıs’ta ZKS’de gerçekleşen 100 Yüze İmza ve Söyleşi programına, şair ve yazar Ömer Erdem konuk oldu. Aykut Ertuğrul’un sunduğu söyleşi programında; Ömer Erdem’in Günler Çözüldükçe isimli yeni kitabı üzerinden bir konuşma gerçekleşti. Aykut Ertuğrul’un sunduğu programda Ömer Erdem ile Günler Çözüldükçe kitabı ve gerçeklik kavramı, felsefe tarihi ve Türkiye’de felsefe hakkında konuşuldu.
YAZMA VE YARATMA ŞEVKİNİN SÜRECİNE DÂHİL OLMUŞSANIZ ZATEN YAZARKEN KİTAP KENDİ NATURASINI BELİRLEMİŞ OLUYOR
Söyleşinin başında Ömer Erdem, niçin böyle bir kitap yazdığı ile ilgili şunları söyledi: “Gerçeklik üzerine oturuyorsanız kendi kişiliğinizle, kendi geçmişinizle barışık bir insansanız onun karşısında soyunmayı da göze alırsınız. Bundan imtina etmezsiniz. Hele Türkiye gibi edebiyat çevresi ilişkilerinin son derece kaygan olduğu bir zeminde belki daha sakınık, daha çekingen olmayı tercih edebilirsiniz. Buna da hakkınız da olabilir. Ama sizin de söylediğiniz gibi neyi nerede söyleyeceğiniz, neyi ne şekilde yazacağınız ve daha da önemlisi hedefinizi net bir şekilde koymak konusunda cesaretiniz oluşmuşsa, bilginize ve birikiminize güveniyorsanız bir de hakikaten yazma ve yaratma şevkinin sürecine dâhil olmuşsanız zaten yazarken kitap kendi naturasını belirlemiş oluyor. Burada bir şey söylememe izin verin; evet, kitabın alt başlığı ‘Sezai Karakoç’a Doğru’, doğru, bu bir istikamet bildiriyor, aynı zamanda istikameti kapatmıyor. Yani istikameti açık eden bir isimle isimlendirme. Fakat bu aynı zamanda bana da doğru. Benden çıkan ama aynı zamanda bana da doğru bir kitap. Doğal olarak hem benimle ilgili bir kitap hem Sezai Karakoç’la ilgili ve daha da önemlisi Türkiye ile ilgili. Yani Türkiye’yi tarihsellik bağlamında yani bütün bu yaşanılanların, bütün bu düşünüşlerin, bütün bu yorumların neticede tarihsel bağlamı, tarihsel aralığı nereye oturacak? Ve okuyan insanlar buradan nasıl şeyler çıkaracaklar, ilikler çıkaracaklar, uçlar bulacaklar ki kendi yaşamakta oldukları hayata bunu ilişlendirecekler, düşünüşlerini, okuyuşlarını, fikirlerini başka bir kata, başka bir katmana taşımanın fırsatını bulacaklar. Buna çok özen gösterdim. Çünkü eğer metin, kendi sıkılığı içerisinde Umberto Eco’nun söylediği gibi açıklık taşımıyorsa, yani okura kendi yorumunu, kendi serüvenini davet etmiyorsa o biraz imperatif, bilgilendirici, normatif bir metin hâline geliyor. Neticede ben, bilimsel bir tez yazmıyorum, yazdığım bir ders kitabı değil. Bir biyografi de değil. Ama bütün bunların arasında bir ‘–e doğru’luk şeyi taşıyan, işte o ‘–e doğruluk’ da Türkçenin o –e hâlinin çağrışımlı ve çoğul hâlini düşünürsek o anlamda bir öneri kitabı aslında.”
ŞAİRİN TECRÜBESİ TOPLUMUN TECRÜBESİDİR
Ömer Erdem, Sezai Karakoç’un Diriliş düşüncesi hakkında; “İnsan adına, inandığı değerler adına yeşertilmiş bir şey. Yani o, salt kavramsal, hayalî bir şey değil. Enerjisini, güçlü inancını gerçekten alan, çağdan alan bir şey.” cümlelerini söyledikten sonra, Karakoç’a ve Türk şiirine dair düşüncelerini şu sözlerle ifade etti: “Üzüldüğüm bir nokta var, buna hâlâ üzülüyorum, Sezai Karakoç gibi yaşantıya bu kadar bağlı ve bağlı olduğu şeyden bu kadar güçlü, coşkun, sağlam bir şiir çıkarmış bir insanın yaşantısı daha da zengin olsaydı, daha da imkân olsaydı… Mesela hep diyorum, Bağdat’ı görseydi, Şam’ı görseydi, Londra’yı görseydi, New York’u görseydi, Kuala Lumpur’u… Çin’e kadar gitseydi, İran’a gitseydi… Şimdi, şairin tecrübesi toplumun tecrübesidir, dilin tecrübesidir. Büyük toplumlar, toplumların yükseldiği dönemlerde sanatçılara bu hak, bu imkân kendiliğinden verilir. Bütün dünyada böyle olmuştur. Yani Ezra Pound’u ya da Eliot’ı Amerika’dan Londra’ya, Avrupa’nın ortasına yollayan sadece ailesi değildir. Aynı zamanda İngiliz dilidir, Amerikan kültürüdür. Amerikan ekonomisidir. Orada başka bir şey bulur diyelim bir Ezra Pound, bir Çin, Doğu’yu keşfeder. Ama işte oradan insanlık adına, İngiliz dili adına, Batı adına, modern dünya adına bir şey çıkar. Nitekim işte Fernando Pessoa’nın da tecrübe ettiği, bir taraftan Afrika’dan getirdiği, Lizbon’dan getirdiği vesaire bunlardır. Bu bağlamda bizim modern edebiyatımızın mucizesi neredeyse dünyada örneksizdir. Yani yokluktan, yoksulluktan bu kadar dünya çapında, güçlü bir şiir çıkaran neredeyse çok az toplum vardır. O yüzden bizim neyle karşı karşıya olduğumuzu, tarihimizin, edebiyatımızın neyi başardığı ve aslında neye bakmamız gerektiği konusunda, e biraz insaflı olmak gerekiyor bence.”