ZKS’de Gerçekleşen, Doç. Dr. Murat Şentürk’ün Sunduğu Kent ve Mekân Konuşmaları Söyleşi Programına Prof. Dr. Uğur Tanyeli Konuk Oldu
12 Ekim’de ZKS’de gerçekleşen Kent ve Mekân Konuşmaları söyleşi programına, Prof. Dr. Uğur Tanyeli konuk oldu. Doç. Dr. Murat Şentürk’ün sunduğu söyleşi programında; kentsel yaşamın doğası, mimarlık, çevre, kır-kent etkileşimi, kent yaşamının nasıl şekillendiği konuları konuşuldu.
Mimarlık Algısındaki Değişimler
Kent yaşamı ve mimarlık özelinde gerçekleşen söyleşide, modern kent yaşamının gelişiminde mimarlığın tarihsel perspektif bakımından nasıl konumlandırılabileceği konuşuldu. Uğur Tanyeli, “mimarlık ve mimarlık mesleği başka şeyler. Her ikisinin de modern kentle birlikte yaşadığı değişim başka. Modern kent yaşamının özelliklerinden birisi şu; geçmişte yapılan mimarlık işlerinin önemli bir bölümü mimarlar tarafından yapılmıyordu. Modern dünyada her konu mimarın çalışma alanlarının içine girmeye başladı. Dolayısıyla mimarın çalışma alanı genişledi. İkincisi ise mimarlık olgularından bahsettiğimiz zaman onun da içeriğinin değiştiği söylenebilir. Yüzyıllar boyunca mimarlık denildiğinde yapı imalatından, üretiminden bahsedildi. Bugün sadece yapı üretiminden söz etmiyoruz. Yapı üretimi bugün mimarlık alanı içinde küçücük bir bölüm. Her yıl binlerce mimar piyasaya kazandırılıyor fakat bunların hepsi yapı üretmiyor. Bazıları düşünce üretiminde etkili isimler oluyor. Mimarlar artık sadece yapı değil söz de üretiyor. Bir diğer özellik de mimarlık işinin metropollere özgü bir iş olmaya başlaması. Dünya 18. yüzyıldan beri metropolleşiyor. Bugün Türkiye’nin bile yüzde sekseninden fazlası şehirde yaşıyor. Bununla birlikte orta ve küçük kentler, metropoliten kentler oluyor. Kente yaşayanların önemli bölümü metropolde yaşamaya başlıyor. Bunun mimarlık bağlamında sonucu; artık herkesin mimar emeğine ihtiyacı var. Yani metropolleşme, mimarlık hizmetinin kapsamını hem mesele hem de düşünce olarak genişletiyor. Çünkü tüm doğal çevreyi mimarlık bağlamında düşünüyoruz. Modernleşmenin mimarlığa getirdiği etkiler bu şekilde özetlenebilir.” dedi.
Metropol Yaşamın Getirileri
Murat Şentürk “Modern kentin ortaya çıkışı da farklı bir toplumsallıkla oluyor. Bu bağlamda metropol yaşamını nasıl tarif etmek gerekir?” diye sordu. Tanyeli: “Metropol yaşamına karşı Türkiye’nin çok ciddi kuşkuları var. Metropol her şeyden çok kozmopolitizmdir. Artık türdeşlik taşıyan ne fiziksel ne de toplumsal bir çevre var. İstanbul’da yaşamak artık birbirinden farklı etnik gruplarla burayı paylaşmak demek. İstanbulluluk yok, etniği ne olursa olsun burada yaşayan herkes İstanbullu. Şehrin kendi kimliği yok oldu ve buna alışmak lazım. İnsan bu durumu yaşadığı zaman fark eder, kitabını okuyarak değil. Belirli bir şehirden bahsetmek mümkün değil. Eğer istersen sadece belli bir alana Osmanlı mahallesi yapacağım der ve ona göre inşa edersin ama bu da yapay olur.” cevabını verdi.
Tanyeli, Metropolün getirdiği gerilimler ya da bunlara alışmanın farklı durumlar olduğunu söyledi: “Bir mimar gelsin, mucizeler yaratsın, şahane şeyler yapsın; böyle bir şey yok. Toplumun yaşadığı fiziksel çevreden herkes kadar sorumludur mimar. Sizin adınıza dünyayı cennet yapacak bir mimar yok. Metropol hayatı insanlara korku verir, bu durumla ilgili çalışmalar var. Yazılan eserlerden birinde şehirde yaşmak istemeyen, yüksek katlı binalardan korkan insanlardan söz ediliyor. Beklentileri gerçekçi tutmak lazım. Dünyanın her yerinde metropolleşme söz konusu, sadece başka yerlerdeki değişimlere biz yakından tanık değiliz ve bu yüzden de panik oluyoruz o kadar. Kabul etmek lazım ki biz de herkesin geçtiği yollardan geçiyoruz.”
Mahallenin Değişimi
Uğur Tanyeli, ev, evin biçimlenişi ve kentleşme üzerine bir arayış olduğunu ve bu tür girişimlerin doğurduğu sonuçları değerlendirdi. “Türkiye’de mahalle kaybından bahsediliyor. Mahallenin ölümünün 18. yüzyıldan başlayan bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Bu yüzyılda üst sınıflar mahalleden kaçıyorlar. Çünkü mahalle yüksek denetim rejimi demektir. Mahallede yalnız yaşamıyorsunuz. Evinize yanlış birini aldığınız zaman, mahalleli evinizi basabiliyor. Özgürleşmek isteyen insanlar mahalle dışında kendilerine saray yaptırıyorlar. Bu yüzden 20 yüzyıl başına gelindiğinde Türkiye’de artık mahalle yok. Mahalle öldüğü içinde bunun rahatsızlığını duymaya başlıyor insanlar. İnsanlar metropol yaşamı içinde mahalle özlemi duyuyor. Metropolde dayanışma yok; yoksul, yoksul semtine gitmek zorunda. Eskiden mahallede zengin ve yoksul yan yana yaşardı. Kaybettiği bir şeyi özlüyor insanlar ama aslında kaybettikleri şeyi bilmiyorlar. İnsan, yok zamanı özler, bilmediği zamanı özler. Nostalji bilmediğimiz geçmişi özlemektir.”
Murat Şentürk: “Mahalle kavramında geleneksel mahalle değil de etkileşim ve dayanışmayı barındıran, beraber yaşama arayışı söz konusu. Bu durum haliyle modern kent yaşamında yeni pratikleri oluşturuyor.” dedi. Buna ilaveten Tanyeli, “bu durum sadece mahalle özlemi değil, türdeşliği olan bir şeyler yaşamak istiyor insan. Kaotik bir ortamda yaşıyorsunuz, kapıdan çıkınca korkmak istemiyorsunuz. Kapıların içinde olan sitelerde yaşamaya başlıyorsunuz. Çocuklarımızın bile tanıdıklarımızın çocuklarıyla arkadaşlık kurmasını istiyoruz, yabancı kişi bizi tedirgin ediyor. Bu gerçekten toplumsal diyaloglardan kaçıyorsunuz demek. Sadece tanıdıklarınızla ahbaplık etmek istiyorsunuz. Toplum böyle bir yer değil, aslında tanımadıklarımızla paylaştığımız bir dünyayı yaşıyoruz.” dedi.
Kamusal Alanda Mimarlık
Tanyeli, kentsel alanın farklı kullanım yerlerinden biri olan kamusal mekânlar düşünüldüğünde bunların tasarımlarına mimarların nasıl yaklaştığından bahsetti. “Kamusal mekânların çok kısıtlı olduğu bir dünyadan çoğaldığı bir dünyaya doğru geçiyoruz. Osmanlı’da çocuklar mahalle mektebinde okuyor, onlar için iletişim kurabildikleri, sosyalleştikleri ve bir şeyler öğrendikleri kamusal mekân burası. Erkekler için de cami kamusal mekân. Tanzimat’tan sonra kamusallaşma mahalle kahvesinde oluyor. Kamusal mekânın genişlemesine yönelik her şey problem olacak. Bu mimarların problemi değil. Toplum, kamusal mekânı talep ediyor. 20. yüzyıla geldiğimizde kamusal mekânların tasarımı üzerine düşünülürse: Bugün acaba herkesin diyalog kurabileceği kamusal mekânları tasarlayabilir miyiz? Nasıl olursa insanlar birbirleriyle diyalog kurar? Acaba alışveriş merkezindeki gibi mi diyalog kurmalılar, yoksa yüz yüze konuşabilecekleri bir ortam mı inşa edilmeli? Bunun sınırını mimarlar çizemez. Talep geldiği an mimarlar biçimlendirme ve inşa yapabilir.”