Şair Nurullah Genç: "Dünyaya gözümü şiirle açtım."
Şair Nurullah Genç, Zeytinburnu Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesinin düzenlediği bir etkinlikle okurlarıyla buluştu. Mahmut Bıyıklının sunumuyla gerçekleşen programda Nurullah Genç; doğup büyüdüğü köy evinde, naatlar ve destanlar okunan bir odada kulağına dolanlarla bugün ülkenin önemli bir şair oluşu arasındaki ilişkiyi ve hikâyeyi anlattı.
27 Şubat Çarşamba günü Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleşen program Nurullah Genç okuyucularının ilgisiyle karşılık buldu. Ahmet Cihad Sancar’ın Nurullah Genç’in sevilen şiiri “Siyah gözlerine beni de götür” şiirini seslendirmesiyle başlayan program, şairin en küçük okuyucusu Sıla Aydoğan’ın Cihad Sancar’la birlikte “Yağmur” şiirini seslendirmesiyle devam etti.
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Mahmut Bıyıklı’nın Nurullah Genç’e yönelttiği sorularla devam eden program, usta şairin nüktedan sohbetiyle keyifli anlara sahne oldu. Mahmut Bıyıklı’nın “Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?” sorusuna ünlü şair “Peygamberlerin kapıyı çekip gittiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada ne yapıyoruz diye düşünüyor sonra insan. Sanat da bu noktada ortaya çıkıyor. Allah rızası olmadan hangi şair imgeler dünyasında gezinebilir? Bu dünyada hiçbir şeyi ben yaptım diyemezsiniz. Benim büyüdüğüm ocakta büyüklerim bana büyüklenmemeyi öğretti. Dünya gökyüzüne oklar atan büyükler gördü, gün geldi hepsi insanların ayakları dibine serildiler. Şimdi burada değiller. Ben herkesin insan olması hasebiyle şerefli bir mahlûkat sayıldığı bir köy evinde büyüdüm. Erzurum’un Horasan ilçesinde geçti çocukluğum. Rahmetli dedem bir gaziydi ve evimizde sürekli misafirler davet edilirdi. Her akşam evin siyer okumaları için özel olarak düzenlenmiş bir odasına ellerimizden tutularak götürülürdük. Merhaba faslından sonra; Laz, Kürt, Çerkes, Türk demeden, herkesin bir arada olduğu bir ortamda, Peygamberimizin hayatını anlatan manzum şeklinde yazılmış bir kitap okunmaya başlanırdı. O köy evinin, o nezih odasında hayata böyle başladık. İdrak yaşına erdiğimizde de okunanlar gibi yaşamaya başladık. Babam Niyazi Mısri’yi ezberden okurdu. Battal Gazi ve daha nice destanları ben o odada dinledim. Henüz şiir yazmasak da, şiirden oluşmuş bir varlığa dönüştük. Söylenen bir söz yoktu ki ahenk içinde olmasın. Yani doğduğumda şiirle gözümü açtım dünyaya.” cevabını verdi.
Dokuz çocuklu bir ailenin ilk erkek çocuğu olarak, yaşadığı toplumun tersine babası tarafından okutulduğunu anlatan Genç; “Babam iyi bir adamdı. Bütün imkânsızlıklarına rağmen, benden çalıştırarak faydalanmak yerine okutmayı tercih etti. Oradan oraya geçen bütün okul hayatım boyunca, üniversite de dâhil ayakkabı boyacılığı yaptım. İnşaatlarda çalıştım. Hem okudum, hem kazandım. Ayakkabı boyacılığım çok iyidir. Bugün gerekirse yine yaparım. Alın terimle yapacağım hiçbir işten utanmam.” diyerek nüktedan ve alçakgönüllü üslubuyla dinleyicilerine tebessüm ettirdi.
Şair Nurullah Genç, Mahmut Bıyıklı’nın “Şiire ne zaman başladınız?” sorusuna ise; “Okul hayatım boyunca okulda şiirler okunuyordu. Birçoğunu ezbere biliyor ve okuyordum. Benim için doğaldı. Hocalarım nereden biliyorsun diye sorduğunda, köyde öğrendim diyordum. Şaşırıyorlardı. Şiir de yazıyordum zaman zaman ama çok ciddiye almıyor, alay ediyordum daha çok. Yarışmalara girer, dereceler alırdım. Şair diye seslenirdi etrafımdakiler ama ben henüz şiirin ne olduğunu bilmiyordum. İlk şiirim 1980 yılında Nesil dergisinde yayınlandı. Bazı dergiler yolladığım şiirlere “bunları çöpe at” cevabını veriyordum. Yaşar Kaplan’a şiirlerimi gönderdim. Bana “İstanbul’a gel” yazdı. Ben de “Neden?” yazdım. Cevap olarak “O zaman gelme” yazdı. Sonra bana “Sen bir sanatkârsın, bunları oku” notuyla 50 kitap yolladı. Orhan Okay, Ahmet Kabaklı hocalarımda aynısını söyledi. Üniversitede artık Felsefe, Psikoloji kitapları okuyarak alt yapımı zenginleştirdim.” diyerek o günlere dair hem keyifli hem ders niteliğindeki anılarını da dinleyicileriyle paylaştı.
Nurullah Genç’in anlattığı birçok hatırası arasında “Bir şiiri 15 gün birine okumak için cebimde taşıdığımı bilirim. Erzurum’un son meddahı Behçet Mahir vardı. Onun destanlarını satardım kahvelerde. Bir gün onu bir kahvede buldum ve cebimde gezdirdiğim bir şiirimi utandığım için ben yazdım demeden, böyle bir şiir var diye okudum. Bana “Koy onu cebine, ne biçim şiir, sen benim şiirlerimi sat.” dedi. Sonra kahvede, sobanın yanında kitap okuyan birini gördüm. Yanına gittiğimde bir baktım şiir kitabı okuyor. Eğildim, “Şiir okumayı seviyor musunuz?” diye sordum. Evet cevabını alınca “Dinlemeyi de seversiniz o halde? Bu şiiri 15 gündür cebimde taşıyorum.” dedim ve okudum. Benden yaşça küçük biriydi, dinledi ve önce iyi dedi sonra çokça eleştirdi. Notlarımı aldım tam kalkıp gidiyorum, “Dur bakalım, ben de bu şiiri bir aydır cebimde taşıyorum.” diyerek bana kendi şiirini okudu. Sonra biz dost olduk. Bahsettiğim kişi şair Nazir Akalın. Allah rahmet eylesin, çokça özlüyorum kendisini.” sözleri ise okurları hüzünlendirdi.
Program sırasında, vefat eden babasına yazmış olduğu “Babası ölünce şairin” ve “Babalar güzeline mersiye” şiirlerini okuyan şair, programın kapanışını “Siyah gözlerine beni de götür” şiirini okuyarak gerçekleştirdi.