İbrahim Tenekeci: "Kötü olmasak bile kötülüğe maruz kalıyoruz."
Zeytinburnu Belediyesi’nin yazar Sibel Eraslan’ın sunumuyla düzenlediği “İnsanlık Deyince; Önce İyilik” söyleşisine şair-yazar İbrahim Tenekeci konuk oldu. 8 Mayıs’ta Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde kalabalık bir dinleyici kitlesine hitap eden söyleşi de; başta iyilik olmak üzere, insaf, vicdan, mahcubiyet ve hürmet kavramlarına değinildi, kötülüğün özellikle insan ilişkilerinde meydana getirdiği hüzün dile getirildi.
Sibel Eraslan’ın Ataullah İskenderi Hazretlerinin “İnsan bin yıllık ibadetle kazanacağı merhaleyi hastalık, dert, kahır, keder günlerinde kazanabilir.” Sözünü hatırlatması ile başlayan söyleşi İbrahim Tenekeci’ye yönelttiği şu soru ile devam etti: “Ali İmran suresi 92. ayette “Sevdiklerinizden vermedikçe kazanamazsınız. Hakiki iyilik mertebesine erişemezsiniz.” diyor. Kur’an’da hakiki iyilik mertebesi diye bir şeyden bahsediliyor. Batı’da iyilikten önce kötülük konuşulur. Werner’in “kötülük problemi” diye çok önemli bir tezi vardır. Biz Doğu’da bunu iyilik üzerinden açılımlıyoruz. Allah güzeldir; güzeli, iyi sever diyoruz. Sevdiklerinizden vermek sizce ne demek?” İbrahim Tenekeci soruyu şu sözleri ile yanıtladı: “İyi olanın, temiz olanın, temiz kalanın, aziz olanın şiirini yazmaya karar verdim.” “İnsan iyilik üzerine yaratılmıştır. Mesela çocuklar kötülük nedir bilmezler, çirkin değildirler. Biz dünyaya bulaştıkça, dünyada kıdem aldıkça, ilişkiler, işler, münasebetler arttıkça yavaş yavaş kirleniyoruz. Dünyanın isi, çamuru bize bulaşıyor. Hz. Ömer’in bir sözü var; ‘Keşke dünyaya geldiğim gibi gidebilseydim.’ Bu da çok zor. Oran nedir? Hiçbir işe bulaşmasak bile, bu şahitlik insanı hem yoruyor, hem kirletiyor. Mesela twittera giriyoruz, Suriyeli, Mısırlı, Gazzeli çocukların halleri sağ taraftan akıyor. Bir şey yapamıyoruz. Dolayısıyla ne yaparsak yapalım, az çok kirleniyor, kötü olmasak bile kötülüğe maruz kalıyoruz. Kafamız karışıyor, gönlümüz bulanıyor. İyilik derken ise yardım gibi, birinin elinden tutmak gibi daha çok maddi şeyleri anlıyoruz. Oysa tam olarak iyilik böyle bir şey değil. Mesela emeğe, ekmeğe hürmet etmek, bir büyüğün izzetini korumak da iyiliktir. Hakk ve hakkaniyet üzerinde olmak, kıymet bilmek de iyilik bahsine giriyor. Çok küçük bir kısmını konuşuyor ya da yaşıyoruz gibi geliyor bana. Şiirde de aynı şekilde. İlk gençlik yıllarımızda şiirimizi kurarken, yol haritamızı belirlerken kendime şu soruyu sormuştum: ‘Mehmet Akif’ten İsmet Özel’e kadar karşımızda çok büyük şairler var. Ben ne yapmalıyım?’ İyi olanın, temiz olanın, temiz kalanın, aziz olanın şiirini yazarsam daha iyi olur, ben bunu yapabilirim diye düşünüp, okumalarımı, gezmelerimi, münasebetlerimi buna göre kurdum. Özellikle son dört, beş yılda hepimizin ortak şikâyeti olan bir noktaya geldik. Çok sık şiir yazma gerekçemi kaybediyorum. Zaman zaman bu şiiri ben niye yazıyorum diye düşünüyorum. Yazı da aynı şekilde, her biri emekle, okumalarla ortaya çıkıyor. Bir kısmı havada kalıyor veya nasihat ediyorsun diye ters dönüyor. Çok zor, çok yıkıcı bir süreçten geçiyoruz. Özellikle son bir yıldır arkadaşlıklarda, ilişkilerde, muhitlerde çok ciddi bir kırılma var. Bizim gençliğimizde sözü dinlenen büyükler çok vardı, şimdi de var gerçi, kimse dönüp bakmıyor. Hasan Aycın’ın, Sezai Karakoç’un, Mustafa Kutlu’nun adı geçince yumruklar inerdi. Şimdi bir bakıyorum İsmet Özel’e saygısızlık yapılıyor.” İbrahim Tenekeci, Eraslan’ın “Söyleşi başlığımızda ‘İnsanlık deyince; önce iyilik.’ dedik. Kur’an-ı Kerim de insandan bahsedilirken sabırsızlığı, aceleciliği üzerinde çokça duruluyor ve ‘Salih amellerde bulunup, birbirine sabrı tavsiye edenler müstesna deniliyor.’ Son zamanlarda İslami camiada yönetsel ve kapital açında çok ciddi bir birikim de oluştu. Hatta sınıfsal açıdan da bir farklılık oluştu. Acaba burada kariyeri ve yönetsel erki tüketme konusunda da biraz aceleci ve sabırsız mı davranıyoruz?” sorusunu ise şiir örneği üzerinden yanıtladı: “Siz alçak gönüllü oldukça, bazıları alçaklaşabilir.” “Biz mesela gençlik yıllarımızda şiirimizi bir dosya kâğıdına yazar, postaya verirdik. Gidişi on gün sürerdi. Okunması, değerlendirilmesi ve cevaplanması da bir on günü bulurdu. Şimdi maille şiir gönderiliyor, bir saat içinde cevap vermezsen sıkıntı oluyor. Bu olmamış diye bir cevap verdiğinde beş dakika sonra bir başka şiir gönderiyor. İşte bu acelecilik iş ortamımıza, ilişkilerimize, medyaya, her şeye yansıyor. Bir an önce yazar olmak istiyorlar mesela. Ve maalesef bunun örnekleri de var gazetelerde. Evveliyatını hiç bilmediğimiz isimler bir bakıyoruz başköşelerde. Görünce kafamız karışıyor. Eskiden işin çilesini çekmek, çilesine talip olmak vardı. Şimdilerde çile çekmeden, emeksiz, hatta hürmetsiz sahip olunmak isteniyor. Hürmete de özellikle değinmek istiyorum. Mesela; Sibel Eraslan kimdir bilmeden, ne çilelerden geçtiğini hesaplamadan, ciddi bir emek düşmanlığı ile size karşı çok biçimsiz cümleler kurabiliyorlar. Ben mesela kendimi bildim bileli bana kötülük yapanları iyilikle mahçup etmeye çalışırım. Önceden insanlar bu durumda mahcup oluyorlardı. Şimdilerde böyle davrandığımızda ‘benden korkuyor’, ya da ‘hatasını anladı’ diye bakıp, mahcubiyet duymuyorlar. Mürsel Sönmez ağabey bize 93 yılında bir uyarı olarak, “Siz alçak gönüllü oldukça, bazıları alçaklaşabilir.” demişti. Bu söz o günlerde bana biraz ağır gelmişti. Fakat maalesef şu an yapılan, görülen birçok olumsuzluğun altında böyle bir durum olduğunu görüyorum.” İyilik üzerine yaklaşık iki saat süren söyleşi sonunda İbrahim Tenekeci okuyucularının sorularına cevap verdi, kitaplarını imzaladı…