ZEYTİNBURNU KÜLTÜR SANAT’TA ESKİ İSTANBUL'DA SU KÜLTÜRÜ KONUŞULDU
Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk, Zeytinburnu Kültür Sanat’ta 9 Haziran’da Eski İstanbul'da Su Kültürü seminerini görseller eşliğinde anlattı.
Su ve Şehir
Ali Şükrü Çoruk, İstanbul’un pek çok unsurun yanında adı suyla anılan bir şehir olduğunu söyledi. “Şehir halkının içme suyu konusundaki seçiciliği, dinî vecibelerden hareketle temizlik konusunda gösterilen hassasiyet gibi sebepler, İstanbul’un kendisine has bir su kültürünün ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bentler, sarnıçlar, su yolları, çeşme ve sebillerin yanında meşhur kaynak suları, sakalar, mehtap âlemleri İstanbul hayatının merkezinde yer alan bu kültürün akla ilk gelen unsurlarıdır. Çağlar boyunca su hayatın temel kaynaklarından biri olmuştur. İnsan susuz yaşayamaz. Sadece içecek değil tarım, sanayi ve daha pek çok alanda insanın suya ihtiyacı var. Hayattaki olumlu ya da olumsuz hareketliliklere göre suyun önem derecesinde de değişiklikler olmaktadır.”
Çoruk, İstanbul ve su üzerine çalışırken daha çok hatıratlardan faydalandığını belirtti. “Hatıratlar dışında konuyla ilgili yayımlanmış pek çok kaynak var. Zeytinburnu Belediye Yayınları arasından çıkan Z Dergisi’nin Su ve Şifa[1] sayısını anmak lazım. Çünkü çok yazarlı ve konuyla ilgili görselleri çok zengin. Su ve İstanbul ilişkisine baktığımızda aslında aralarındaki ilişkinin doğal olduğunu unutmamak lazım. Bu doğal ilişkiyi İstanbul üzerine yapılan resimler, gravürlerde görmek mümkün. Matrakçı Nasuh, İstanbul için yaptığı minyatürde şehrin etrafının sularla çevrili olduğunu resmetmiştir. Bu minyatürle anlatılan; İstanbul iki deniz arasındadır. Ayrıca İstanbul tatlı sularıyla da meşhur bir şehir. Hem tatlı sularını hem de şehri çeviren denizleri düşününce İstanbul’un su şehri olduğunu söylemek mümkündür. Su deyince akla ilk içecek olarak kullanımı gelir; yani tatlı su. İstanbul halkının hangi tatlı suyu tercih ettiği, hangi tatlı suyun etrafında öbeklendiğine bakmak önemlidir.”
İstanbul’un Su İhtiyacı Nasıl Gideriliyordu?
Ali Şükrü Çoruk, İstanbul’un kadim dönemden bu yana su ihtiyacının nasıl giderildiğinden bahsetti. “İstanbul’un su ihtiyacını karşılama noktasında günümüzle eski arasında pek fark yok. Eskiden olduğu gibi günümüzde de İstanbul’un su ihtiyacı yakın su kaynaklarından temin edilir. Pınarlar, bentler, nehirler başlıca su kaynaklarıdır. Bunlar üzerine yapılan barajlar ve su yolları aracılığıyla şehrin merkezine su taşınır. Su yolları sürekli kullanımda olduğu için zamanla eskirler ve tamir edilmeleri gerekir. Bu süreçler içinde İstanbul’un kimi zaman susuzluk çektiğini biliyoruz. Çünkü bazen muharebeler nedeniyle su yolları tamir edilemezdi.”
Çoruk, İstanbul’da su ihtiyacının en çok hissedildiği dönemin Kanuni Sultan Süleyman zamanı olduğunu zikretti. “Bu dönemde başkentin nüfusu artmıştır, doğal olarak su ihtiyacı da artmıştır. Kanuni’nin isteği ile Mimar Sinan devreye girmiş ve Belgrad ormanı ile Kağıthane etrafındaki su kaynaklarını birleştirmiş, bunları sağlıklı bir şekilde İstanbul’a ulaştırmıştır. Fakat günümüzdeki gibi her eve su verilmesi mümkün değildi. Su kemerleri vasıtasıyla İstanbul’a gelen sular mahalle çeşmelerine dağıtılırdı. Yani erken dönemde evlere su çekmek mümkün değildi. Herkes evine mahalle çeşmesinden su taşıyarak su ihtiyacını giderirdi. Taşınan su da herkese yetmezdi tabi. Kişilerin oturdukları ev ya da arazi büyükse bahçede kuyu açılabilir ya da sarnıçlarda su biriktirilebilirdi. Su kemerleri vasıtasıyla şehre getirilen suların bir kısmı yazın kullanılmak üzere sarnıçlarda depolanırdı. Böylece yazın susuzluk zamanında şehrin su ihtiyacı giderilirdi.”
Suyun Sosyal Hayattaki Önemi
Ali Şükrü Çoruk, erken Cumhuriyet döneminde sarnıçların turistik ve ticari işlerin yapıldığı alanlar olarak kullanıldığını söyledi. “Sarnıçlarda turistler için düzenlenen kayık sefası denilebilecek aktiviteler söz konusudur. Sarnıçlara ihtiyaç kalmadığı dönemde de farklı meslek gruplarının mesela çıkrıkçıların çalıştığı yerler olmuştur. İpek böceğinin ipekleri, çıkrıklar vasıtasıyla iplik olur. Sarnıçların serin atmosferi de bu işin yapılması için uygundur. Çukurbostan mesela hem sarnıç hem bağ bahçe hem de günümüzde sportif faaliyetler ve buluşma mekânı olarak kullanılmış ve kullanılmaktadır.”
Çoruk, Osmanlı’da çeşme mimarisinin zirvesinin Lale Devri olduğunu belirtti. “Lale devri gelişen sosyal hayatın hareketlendiği dönemdir. Şehrin gelişmesiyle birlikte su ihtiyacı artar. Çünkü halk sosyalleşmek için dışarı çıktığında gezerken susar. Bu ihtiyacı gidermek için her meydanın ortasına su çeşmesi inşa edilir. Anıt çeşmeler bu dönemde yaygınlaşmıştır. Anıt çeşmelerdeki mimaride göz alıcılık söz konusudur. Bu yüzden hem sanat hem de gündelik ihtiyacı karşılayan nesneler olarak görülmüştür. Sanat diyoruz çünkü Osmanlı sanatının pek çok türünü üzerinde taşırlar; oyma sanatı, kalem işi, hat sanatı, döküm sanatı başta olmak üzere pek çok göz alıcı el sanatlarını kendilerinde barındırırlar. Çeşme aynı zamanda sebildir de. Anıt çeşmelerin etrafında kurulan pazarlarda insanların birbiriyle olan etkileşimi de artmaktadır. Bu yüzden tam bir sosyalleşme ortamı olarak da görülmektedirler. Ayrıca çeşmeler inşa edilirken bir kitabeleri de olur. Kitabeye suyun önemi ve yaratılıştaki yerine işaret eden ayetler, hadisi şerifler, dönemin şairlerine suyun önemini anlatan beyitler yazdırılır ve bunlar hattalar tarafından meşk edilerek kitabeye yazılır.”