Edebiyat Ne Söyler? Seminer Serisinde Cemal Şakar’ın Mayıs Ayı Konuğu Bilgin Güngör’dü
“Edebiyat ve Postkolonyalizm” meselesinin ele alındığı Edebiyat Ne Söyler? semineri 28 Mayıs’ta gerçekleşti. Bilgin Güngör, edebiyat ve postkolonyalizmin Türkiye’de edebi eserlerde görülmeye başladığı tarihten itibaren ki serüvenini anlattı. Edebiyat ve postkolonyalizm arasındaki ilişki, birbirlerine etki dereceleri, bu ikisinin Türk edebiyatında karşılığı hususları konuşuldu.
Kolonyalizm ve Postkolonyalizm
Bilgin Güngör, postkolonyalizm çalışmalarına bakıldığında kavramla ilgili iki anlamla karşılaşıldığını belirtti. “İlk anlamında postkolonyalizm, kolonyalizmden sonraki dönem anlamında. Burada bir kavram daha karşımıza çıkıyor; kolonyalizm. Kolonyalizmle daha çok sömürgecilik çerçevesinde karşılaşıyoruz. Postkolonyalizm bu durumda sömürgecilikten sonraki dönem anlamına geliyor. İkinci anlamı; edebiyat, siyaset, sanat ve diğer pek çok alanda sömürgecilikle ilgili çalışmaların tamamını kapsıyor. Postkolonyalizm, ikinci anlamında kullanıldığında daha çok edebiyattaki sömürgeciliğin izlerine dönük çalışmalardan yola çıkarak adlandırma yapılıyor. Bu da alanla ilgili çalışma yapan kişilerin edebi eserlere yönelmesinden kaynaklanıyor. Postkolonyalizmin, edebiyatta sömürgeciliğin izlerini arayan araştırmacıların çalışmaları için kullandığını ifade edebiliriz.”
Güngör, Batıdaki tarih yazımına göre kolonyalizmin bittiğini, postkolonyalizm döneminin başladığını söyledi. “Dünya geneline bakıldığı zaman sömürgecilik döneminin bitmediği, güçlü devletlerin hala güçsüz devletlerin topraklarında olduğu görülüyor. Bu yüzden Batının yaptığı tarih yazımının geçerli olduğunu söylemek çok doğru değil. Batılıların bu tarz tarih yazımına gitmesinde iyi niyet yok. Sömürgeciliğin biçim değiştirdiğini belirtmek daha doğru. Kolonyalizm 20. yüzyılın öncesinde kaldı. Bugün yeni kolonyalizm dediğimiz mevzu var. Bu bizim emperyalizm olarak karşılaştığımız mesele. Bu ekonomik odaklı sömürme ilişkisini getiriyor. Tarihsellendirme yapmak gerekirse 20. yüzyılın başına kadar bizim bildiğimiz kolonyalizm dönemi yaşandı. 20. yüzyılın başından itibaren emperyal dönem başladı. Artık toprak işgal etmek biraz daha azaldı. Sadece ekonomik kaynaklara odaklanma ve siyaseten tahakküm uygulama devreye girdi.”
Postkolonyalizmin Türk Edebiyatına Etkisi
Bilgin Güngör, sömürgecilik, emperyalizm ve kolonyalizmin günlük kullanımda birbirinin yerine kullanıldığını ama bunun doğru bir yaklaşım olmadığını zikretti. “Kolonyalizm bir ülkenin başka bir ülkeyi koloni haline getirmesidir. Emperyalizm ise bir ülkenin başka bir ülkenin ekonomik kaynaklarını, onun topraklarını almasına gerek kalmadan sömürmesidir. Sömürgecilik hangisini karşılar diye sorarsak kolonyalizme entegre edebiliriz. Türkiye sömürgeci bir geçmiş yaşamadı. Ne sömüren ne de sömürülen taraf oldu. Modern Türk edebiyatının görüldüğü Tanzimat’tan itibaren yazar ve şairlerimiz, mevzuya dışarıdan baksalar da sömürgeciliği konu ettiler. Yazılan eserlerde sömürgecilik bazen içerik bazen de biçimsel şekilde kaldı ama izlerine rastlanabilir hale geldi. Özellikle Orta Doğudaki sömürgecilik faaliyetlerini ayrıntılarıyla eserlerinde işlediler. Ama bu her eserde sömürgecilik faaliyetlerine rastlandığı anlamına gelmiyor.”
Güngör, modern Türk edebiyatının “gölge edebiyat” ifadesiyle küçümsendiğini ama aslında Türk edebiyatının Batı taklitçisi bir edebiyat olmadığını ifade etti. “Eğer Türk yazar ve şairler Batı taklitçisi olsalardı sömürgecilik hakkında yazdıklarında Batı yanlısı yazıları olurdu. Ama edebiyatçılarımız biraz kader ortaklığından her zaman ezilenlerin, sömürülenlerin yanında yer aldı. Sömürgecilik hakkında ilk eserimizin 1876 tarihli Abdülhak Hamit Tarhan’ın Duhter-i Hindü adlı tiyatrosu olduğu belirtiliyor. Bu piyesten sömürgecilik bağlamında sürekli bahsedilir. Ama bu eserin özellikle Türk edebiyatında sömürgecilik konusunu ele alan ilk eser olma özelliğini taşıdığına dair kaynak bulamayız. Eserde aşk hikâyesi anlatılıyor fakat aşkın özneleri Hindistan ve İngiltere’nin sembolleri olarak ortaya çıkıyor. Hintli kız ve İngiliz asker arasındaki aşk ilişkisi, Hindistan ve İngiltere arasındaki gerginliğin sembolik temsilcisi oluyor. Piyeste Hindistan’ın İngiltere’den doğrudan ya da dolaylı bir şekilde kurtulması gerektiğine dair tez sunulmuyor.”
Cumhuriyet Döneminden Sonraki Sömürge Anlayışı
Bilgin Güngör, Mehmet Akif Ersoy’un sömürgeciliğe en çok karşı çıkan isimlerden biri olduğunu belirtti. “Akif’in Orta Doğudaki Müslüman coğrafyada, özellikle Batılıların sömürgecilik doğrultusunda yaptığı katliamlara, toprak işgallerine dikkat çektiğini görüyoruz. İşgallere dikkat çekerken sadece Batıyı suçlamıyor, Müslümanları da suçluyor çünkü fırka belasına siz de bölündünüz diyor. O zamana kadar Türk şair ve yazarlarının yapmadığı bir şey yapıyor. Batı kolonyalizmine karşı çıkıyor ve bunun ortadan kalkması gerektiğini belirtiyor. Milli Mücadele dönemine gelindiğinde Türk aydınlarında şu kanının doğduğu gözleniyor. Hemen hemen herkes Akif’in bu çizgisine gelmiş oluyor. Batı sadece Doğuyu sömürmüyor, onlar aynı zamanda bizim de düşmanımız, bizi de sömürmek istiyorlar anlayışı aydınlara hâkim oluyor. Aydınlarımızın hemen hemen tamamı bu görüşte birleşiyorlar. Tabii hepsi Akif’in bakış açısıyla hareket etmiyorlar. Mesela Nazım Hikmet “Duvar” şiirinde duvarlarla sembolize ediyor sömürgeciliği: “o duvarınız vız gelir bize vız” diyor. Cumhuriyet döneminde ise sömürgecilikle ilgili üç önemli isim var: Nazım Hikmet, Sezai Karakoç, Fazıl Hüsnü Dağlarca. Üçü de farklı ideolojide olmalarına rağmen dolaylı ya da dolaysız yönden eserlerinin yarısında sömürgeciliğe değiniyorlar. Üçü de farklı bakış açılarından sömürgeciliği reddediyorlar. Bu bize Türkiye’deki ideolojik farklılıkların, sömürgecilik bağlamında müşterek bir bakış açısında birleştiğini gösteriyor.”