Edebiyatta Asıl Olan, Estetik Bir Hazzın Edinimidir
“Edebiyat Bilimi ve Eleştiri”, “Dilbilim, Göstergebilim ve Edebiyat Eğitimi”, “Tereddüt ve Tefekkür” gibi kitaplarından tanıdığımız Prof. Dr. Hilmi Uçan son kitabı “Görmek / Göstermek” vesilesiyle, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezinde moderatörlüğünü Aykut Ertuğrul’un üstlendiği 100 Yüze İmza ve Söyleşi programının konuğu oldu.
Anlam Bağlamında Üretilir Hilmi Uçan, göstergebilimin ortaya çıkışı ve gelişimi hakkında şunları söyledi: “Ferdinand de Saussure’ye kadar bizde hep dilbilgisi çalışmaları mevcuttu. Hatta bizim bugünkü gramerimiz, Fransızca’nın tercümesi olan bir gramerdir. Bunun öncesinde de bizim, Arap dili ve edebiyatıyla ilgili, belagat ve fesahat ile ilgili son derece zengin bir geçmişimiz var. Fakat bundan kimse bahsedemiyor. Bu dilbilgisi çalışmaları, metin incelemelerinde özellikle yazınsal çözümlemelerde yetersiz kalmaktaydı. Bu eksiklerin neticesinde, Saussure ile başlayan yeni dilbilim, ‘Dilbiliminin inceleme nesnesi dilin bizzat kendisidir.’ diye bir kural ortaya koyuyor. Biz, bir metni anlamadan önce, evvela o metnin içinden doğduğu insanı, kültürü, uygarlığı anlamak durumundayız. Dilbilim ortaya koyduğu bu kural ile beraber yine bir yerde tıkanmıştır. Dilbilgisi gramerde tıkanıyordu, dilbilim ise sözcüklerde tıkandı. Bağlama ulaşamadı. Anlam, bağlamında üretilir. Dilbilimin tıkandığı bu noktada ise göstergebilim devreye girmiştir. Bağlamın düşünülmesi, yerdeşliklerin düşünülmesi, toplam olarak metnin ne söylediğinin anlaşılması gibi, metne ve bağlama daha doğrudan ulaşmaya çalışan bir düşünme alanı ortaya çıkmıştır. Göstergebilimin getirdiği kazanımlar hakkında ise, “Dilbilim, pozitivist bir bilim dalıdır. Yani metni eliyle tutup gözüyle görmek, ona göre açıklamak ister. Tabi bu prensip dilin anlaşılması adına uygun ve yeterli değildir. Bir döneme kadar göstergebilim de yapısalcı bir anlayıştan kaynaklanan bir tutumla eleştirilmiştir. Sonrasında ise bu bilim, soyut yazınsal metinlerin de açıklanması ihtiyacını üstlenmiştir.” ifadelerini kullandı. Edebiyatta Asıl Olan Estetik Bir Hazzın Edinimidir Hilmi Uçan, konuşmasının devamında şunlara değindi: “Edebiyat eğitimi adına ülkemizde eserlerin isimleri, yazararın doğum ölüm tarihleri ezberletilir, fakat metne gidilmez. Mesela Ahmet Mithat Efendi’nin doğumu ölümünü, eserlerinin isimlerini biliriz ama Felatun Bey ile Rakım Efendi’nin karşılaştırılmasını bilmeyiz, çünkü okumadık. Böyle bir sistemle bizim edebiyatımız ölçülüyor. Hâlbuki edebiyatta asıl olan, estetik bir hazzın edinimidir. Bir tek dize okuruz; her öyküde bir şah cümle vardır, -ben o şah cümleyi gözlerim her öyküde- o şah cümleyi yakalarız, işte okumak budur. Estetik haz, budur. Böyle bir sanatçı tebrik edilir ancak. Üç sayfa beş sayfa da yazsa, arada bir tane bir şey söyler; hepsinin beraberinde, o öykü çok güzel hâle gelir. Estetik bir değer kazanır. Mithat Cemal Kuntay’ın ‘Üç İstanbul’ romanında sadece bir cümle vardır ki, işte şah cümleye çok güzel bir örnek teşkil eder. Romanda, bizim mâliye bakanımız yanı başında duran İngiliz mâliye nâzırından para istiyor. İngiliz nazır da yok diyor. Hâlbuki var, vermiyor. Romanda anlatıcı araya girerek diyor ki, ‘Osmanlı, altı yüz senelik sakalıyla dileniyordu!’ Bu cümle için bu roman okunmaya değer. Hiçbir iktisatçı da Osmanlı’nın o dönemdeki iktisadî durumunu bu cümle kadar güzel anlatamaz. Bilimsel bir takım tespitlerde bulunulabilir fakat bir sanatçının bu cümlesi kadar özlü bir cümle söyleyemez.” İçerik ve Biçim, Birbirlerini Tamamlayan Unsurlardır “Biçim içerik tartışmaları, bizim uygarlığımızda da çok yapılmıştır. Zemahşeri’den, geçmişteki dilbilimcilerin birçoğuna kadar, biçim-içeriği tartışmışlar. Bediüzzaman, İbn Haldun gibi isimler dahi bu konuya açıklık getirmeye çalışmışlardır. Benim kanaatimce, biçim ve içerik birbirinden ayrılabilecek şeyler değillerdir. Zemahşeri bu konuda der ki: “İki tarafı da keskin olan bıçağın, hangi tarafının keskin olduğunu söylersin!” Sanat ürününü düşündüğümüz zaman gerçekten biçimin bir önemi var. Toprağın kendisinin sanatsal bir değeri yok, ama bir biçim hâline sokarsak bir vazo olabiliyor. İçerik de ihmâl edilecek bir şey değil. İçerik ve biçim, birbirini tamamlayan iki unsurdur diyebiliriz.” “Batı uygarlığı biçime dayalı bir uygarlıktır. Postmodernizmde bunu yıkan bir anlayış var. Paris’i gördüm. Her köşesinde bir heykel var. Benim nazarımda Paris bir heykel şehridir. Başka bir şey değil. Kendi geleneğimizi düşünelim. Baki’yi, Nedim’i, Fuzuli’yi… Şekil vardır, aruz diye bir kalıp vardır ama çok soyuttur, biçime yönelmez. Leyla ile Mecnun’u eti ve kemiği ile betimlemez. Soyuttur. Daha çok ruhla ilgilidir. Daha çok soyut olan kavramlarla ilgilidir. Batı ise, biçime dayalı bir anlayışa sahip. Biçimciliği şöyle de anlayabiliriz. Biçimcilik demek akıl demektir. Rasyon dediğimiz, batı aklı demektir. Her şey o biçimin içinde yer alır. Maykovski merdiven şeklinde şiirler yazar, bir ressam anlatacağını somut figürlerle anlatır, şair şiir söyleyecekse somut bir şeyler söylemeye çalışır. Bizim uygarlığımızda ise, akıl değil, akl-ı selim söz konusudur. İslâm’ın önerdiği bu akıldır. Bu aklın içinde ruh vardır. Kendi uygarlığımıza dayalı olan bu akl-ı selim, bizi tefekkürde daha da öteye götürebilir. Çok güzel düşünmemizi sağlayabilir. Öncelikle böyle bir temel üzerinde düşünülerek, daha sonra bunun üzerine yeni şeyler bina edilmeli.” Söyleşi, Prof. Dr. Hilmi Uçan'ın imza etkinliği ile sona erdi.