Kavramların İzinde: Sekülerleşme / 25.02.2021
Kavramların İzinde Seminer Serisinde Asım Öz’ün Şubat Ayı Konuğu Mehmet Özay’dı. 25 Şubat Tarihinde Gerçekleşen Programda “Sekülerleşme” Kavramı Merkeze Alındı, Teorik Çerçevesi Üzerine Konuşuldu
Asım Öz, Mehmet Özay’a Türkiye’de sosyal bilim ortamında laiklik ve sekülerlik üzerinden yapılan tartışmaların kavramsal analizi yapıldığında, değişen toplumlarda sekülerleşme olgusunun nasıl anlaşılması gerektiğini sordu.
Mehmet Özay Türkiye’de ve batıda yapılan araştırmalarda öncelikle kavramsallaştırma çalışmalarını görüyoruz diyerek başladı. Modernleşme sürecinde toplumların dinle ilişkilerinin kuramsal, toplumsal ve bireysel yönlerden azalacağı ve ortadan kalkacağı söylemi yaygındı. Bu söylem 19. yüzyılda kendi toplumlarını inceleyen araştırmacıların bakış açısından doğdu. Din sosyolojisinin çalışma alanlarının genişlemesiyle sadece Batı Avrupa toplumlarında değil, dünyanın farklı bölgelerindeki toplumlarda da dinin neye tekabül ettiği sosyal gerçeklikle açıklanabilir. Son 25 yılda sekülerleşme dünyadaki dinin görünümlerine karşılık gelmeye başladı. Bu durumun Türkiye’de daha geç yaşandığını söylemek mümkün. Bir yandan alanda öncü isimlerin çalışmalarında bir yandan da yeni popülist yaklaşımlarda din kendini gösterdi. Post-sekülerizm ve anti-sekülerizm yani sekülerleşme karşıtı kavramlarla karşılaşıldı. Son 60 yılda farklılaşan sekülerizm yaklaşımları görüldü. Bunları aksaklık değil, sosyolojinin kavramsallaştırma amacını güttüğü paradigmalar olarak görmek mümkün dedi Özay.
Asım Öz, laiklik ve sekülerleşme tartışmalarının İslam dünyasındaki sosyal bilimcilerin gündemine nasıl girdiğini sordu.
Mehmet Özay laiklik ve sekülerlik iki farklı kavram dedi. Türkiye özelinde ve benzerindeki ülkeler ile daha çok anglo-sakson ülkelerdeki sekülerleşme anlayışı farklı. Türkiye’de laikliğin yerine sekülerlik kullanıldığında, toplumda yaşanan değişmeyi anlamlandırmakta kavram yetersiz kalabilir. İki farklı toplumsal gerçekliği tanımlamada nasıl paradigmada farklılık bulunuyorsa, kavramların toplumlara göre anlamlandırılması da ayrı olmalı. Kişinin toplumda, kamusal alanda ve bireysel hayatında kendi tercihleriyle oluşturduğu dini aynı kefeye koymak yanıltıcı olabilir. Değişen sosyal gerçekliği tanımlamak amacıyla farklı kavramlar kullanılmalı.
Olan Biten Şu; Genişleyen Modernleşme Algısının Getirdiği Tepkiler, Reaksiyonlarla Oluşan Toplumsallık ve Dini Yaklaşımlar
Hem dini olan hem de klasik sekülerleşmenin öngördüğü bazı olguların bir arada yer aldığı toplumsal süreçten bahsediyoruz dedi Özay. Bu yüzden hibrit ya da epistemik ikilikten bahsetmek mümkün. Artık dinin de toplumsal değişikliklerde etkili olduğunu gösteren sistemler var. Dine yer vermenin mümkün olmadığı durumdan, dini kabul eden bir sürece girildi. Görünen şey aslında sosyolojinin gelişmesiyle alakalı, sosyoloji gözlem yaparken bakışlarını dünyadaki farklı toplumsal yapılara yöneltmeye başladı. Çünkü karşısında yüksek modernlik var; post-modern durum. Toplumda dinamik bir yapı var artık ve diğer çoğulculuklara, alternatiflere yol açacak bir yaklaşım söz konusu.
Asım Öz, Türkiye’de özellikle sosyoloji olarak bahsedilen alanının kavranamadığı, dinin laiklik üzerinden algılandığı zamanların olduğunu belirtti. Türkiye’de bu konuyla ilgili olarak sekülerlik ve sekülerliğin çeşitli görünümlerini araştıran çalışmalar hakkına Mehmet Özay’a düşüncelerini sordu.
Sosyolojinin dayandığı bilim üretme vasfının, toplumun analizlenmesi, gözlemlenmesi, aktörlere ulaşımı ve onların görüşlerini toplamasıyla oluşan bir süreç olduğunu zikretti Mehmet Özay.
Karar Verilmesi Gereken Husus Politik Sistem Olarak Laikliği ve Bireysel Bir Tutum, Davranış Olarak Sekülerliği Aynı Kalıba Koyuyor Muyuz, Koymuyor Muyuz?
Batı Avrupa ve anglo-sakson dünyayı ayıran toplumsal farklılıklarda; birinde dinin belli durumlarda kontrol edilmesi, alanın daraltılması, kültürel norm olmaktan çıkarılması varken, diğerinde dinin bireysel alanlarda temsil edilmesine yol açan yaklaşım söz konusu. Dinle devletin ayrılması denildiğinde sosyal araştırma yaptıktan sonra ortaya çıkan sonuçlar bazı kurumlar nezdinde kabul edilmezse çalışmanın toplumsal gerçekliği olmayacaktır.
Asım Öz, 1970’lerden itibaren Şerif Mardin’in çalışmalarıyla birlikte toplumda dinin rolüne ilişkin farkındalığın doğduğunu söyledi. Erken dönemde dinin belki de kültürün bireyler üzerindeki etkisine odaklanan sosyal bilimcilerin çalışmaları üzerine ne söylenebileceğini Mehmet Özay’a sordu.
Özay Türkiye’de laikliğin belirlenmişliğinin söz konusu olduğunu söyledi. Bunun bir örneği de Fransa. Temellerde karar verilmiş bir mekanizma var. Her ne kadar Fransa’da laiklik 1905 sürecinde anayasaya girmiş olsa da devrim öncesinin getirdiği şartların anlayışı da varlığını sürdürdü. Bunun Türkiye’de yansıması kurulu bir sistemle ulus devlet anlayışıyla temellendi. İki farklı toplumda laiklik siyasal rejim olarak inşa edilmiş, din belli anlamlarda tanımlanmış ama yapıları farklılık arz eder hüviyette. Türkiye’ye bakıldığında kendine özgü siyasal, toplumsal oluşumu ve belli ölçeklerdeki dönüşümüne tanık olunur. Laikliğin anayasal olarak değiştiğinin değil, toplumun iç dinamiği değişirken din algısının da değişebilir olduğunu ifade etmek mümkün. Her on yılda bir Türkiye’de din algısının değiştiğine tanık olunur. Kamuoyunda çıkan tepkileri, talepleri görmezden gelmeyen siyasal yapı, bunların önünü açabilecek bir donanım ortaya koymalı. Türkiye dışında gerçekleşen küreselleşmenin etkisi, doğu ve batıyla girişilen ilişkilerle toplum içine sızan değişim unsurlarından bahsedilebilir. Bunu pozitif anlamda görmeli çünkü değişimin istenir, arzu edilir olduğunu söylemekte fayda var.
Şerif Mardin ve diğer akademisyenlerin çalışmalarını yapabilme imkânı buldukları yerler, akademik olarak önlerinin açıldığı kurumlar. Bu yüzden Türkiye’ye dışardan bakarak daha iyi anlamlandırabilecek çalışmalar yapabiliyorlar. Türkiye’deki değişimin ortaya konmasında akademik çalışmaların önemi yadsınamaz ama bu çalışmaların genel kamuoyuna nasıl yansıdığı konusu önemli. Akademik çalışmaların toplumun dikkatini çekebilmesi gerekir.
Asım Öz, Özay’a sekülerleşmeyi sekülerleşme kılan unsurları belirlerken hangi ölçütlerin öne çıkarılabileceğini sordu.
Özay, sekülerleşmenin latince bir kelime olduğunu söyleyerek konuşmaya devam etti. Aydınlanmayla birlikte dini referanslara dayanan bilginin kaynakları, dini olmayan referanslara taşındı; gözlemlenebilir, tanımlanabilir kaynaklar söz konusu oldu. Aydınlanma sürecinde insan aklının ürünü olabilecek bir yapı inşa edilmesi öngörüldü. Dinin alanlarının, sınırlarının çizildiği süreç olarak kabul etmeli bunu. Eski Yunan ve Roma kaynaklarının da etkileri söz konusu. Bahsedilen de bunların siyasi faktörlerden etkilendikleri, yeni bir biçim aradıkları ve aldıkları yeni formda ilerledikleri zaman zarfı. Bu etkileşimin sonuçları modernleşmeden bahsetmeyi gerektirir. Klasik sekülerleşmenin temelinde din aslında kabul edilmez. Toplumsal yapıların gelişme süreçlerinde din ne olacak sorusuna din gerileyecek cevabı verilecektir, çünkü öngörülen nokta burasıdır.
Batı Avrupa’da özellikle 300-400 yılda olan değişimler modernleşme sürecine götürür. Modernleşme sürecinde ya toplumun kendi dinamikleriyle ya da dışarıdan baskılarla; olacağı, olması istenen, beklenen husus sekülerleşmeyi doğurur. Yani dinin kendi kabuğuna çekilmesi ya da tamamen etkinliğini yitirmesi durumlarından biriyle karşılaşılır.
Özay, “Olan Biten Modernleşmenin Dünyanın Çok Geniş Yerlerinde Yaygınlaşması” Dedi
Modernizm, kendi içinden kendisini istemeyen bir anlayışın doğmasını istemiş ve bu post-moderni doğurmuştur. Sekülerliğin kendi iç dinamikleri, felsefesi hala devam ediyor. Ancak onun açtığı bir alanda dini, dinimsi yapıları bireyin inancı ve yaşamında kendini tanımlaması gibi durumlarda özetle ihtiyaç hâsıl olduğunda, seküler ya da laik denilen yapıların alan açtığı ortamda işlevsel olduğu söylenebilir. Modernleşmeyi ortaya koyan akıl, epistemoloji, bilgi kaynakları ise hala duruyor.