ZKS’DE GERÇEKLEŞEN, SAMED KARAGÖZ’ÜN SUNDUĞU 100 YÜZE İMZA VE SÖYLEŞİ PROGRAMINA GÜVEN ADIGÜZEL KONUK OLDU
24 Kasım’da ZKS’de gerçekleşen 100 Yüze İmza ve Söyleşi programına, Güven Adıgüzel konuk oldu. Samed Karagöz’ün sunduğu söyleşi programında; Adıgüzel’in Ölümlüler İçin Zamanın Kısa Hikâyesi kitabı üzerinden bir konuşma gerçekleşti.
Güven Adıgüzel, kitaptaki denemelerin genel temasından bahsetti. “Son zamanlarda ölüm üzerine düşünmeye başladım. Bu yüzden denemelerin çoğunluğunda bu duygu yerleşik. Zaman, hikâye anlatma, sonsuzluk ve kozmolojiye dair yaptığım göndermeler de var. Bu konuları ille de yazacağım diye tutturmadım açıkçası.Eğer bir şey yazmak istiyorsanız, aramıyorsunuz o gelip sizi buluyor. Yaptığım seyahatlerin de denemelerime katkısı olduğunu belirtmeliyim. Gezdiğim şehirlerde sokakları dolaşırken çok hikâye duyuyorum ve onları da yazıyorum.”
“Biz Neden Birtakım Zevklerimizin Birileri Tarafından Belirlenmesine İzin Veriyoruz?”
Adıgüzel, kitaplarının nasıl vücut bulduğunu anlattı. “Masaya oturup da bir kitap yazayım diye uğraşmıyorum. Çeşitli dergilere konsept yazılar hazırlıyorum ve süreç içinde bunlar birikiyor. Ölümlüler İçin Zamanın Kısa Hikâyesi bir dergiye yazdığım yazılar sayesinde oluştu. Şehir ve müzikle ilgili bu şekilde birikmiş yazılarım var ve belli bir hacme ulaştıklarında, iki kapak arasında okuyucuyla buluşacak. Yaptığım bu konsept çalışmalar esnasında müzik sanatının etkileyiciliğinin diğer sanat dallarına göre daha yüksek seviyede olduğuyla karşılaştım. Müzik tüm sanat dallarının üstüne çıkarak sivrilebiliyor ve kendisini gösterebiliyor. Arabesk mesela toplumun kıyıda köşede kalmış insanlarını anlattığı için sosyolojik gözlem yapabilme imkânı sağlıyor. Müzik sanatının bu gücü beni çok şaşırtıyor. Müzik her yerde karşımıza çıkabiliyor ve doğrudan duygulara hitap ettiği için iki dakikada insanı sarsabiliyor. Toplumların hikâyelerini müzik ve müzisyenler üzerinden okumayı seviyorum. Sanatçıların imajları üzerinden ve müzik türleri arasında hiyerarşi varmış gibi gösteriliyor. Klasik müzik dinlemek saygınlık, elitlik gibi sunulurken arabesk dinlemek daha alt seviyeyi temsil eder gibi yansıtılıyor. Bu tamamıyla elma sevmekle portakal sevmek arasındaki fark gibi yani müzik türleri arasında fark yok. Biz neden birtakım zevklerimizin birileri tarafından belirlenmesine izin veriyoruz ki? Biri onay vermeden başka bir şeyi benimsemekte zorlanıyoruz. Arabesk müziğin uzun dönem kabul görmemesini buna bağlıyorum. Arabesk müzik ilk ortaya çıktığında köyden kente göç eden insanların sıkıntılarını anlatma biçimiydi. Bu türü göç sosyolojisi üzerinden okumak, işin bir de duygusal yanı var. Toplum olarak kedere ve hüzne meyyalimiz var. Bu yüzden arabesk bizim kodlarımızda karşılık buluyor.”
Adıgüzel, yazı yazmanın kendisi için olan önemini dile getirdi. “Kelimenin değerli bir şey olduğunu lisans yıllarımda fark ettim. Okumak önemli ve okudukça kelimelerle yolumu bulduğumu söyleyebilirim. Yazı yazmak öğrenilebilir bir şey. Yazı yazmayı tercih ettim mi, buna itildim mi? Bu soruya cevap verebilmek için yazma üzerine düşündüm ve daha çok yaşadığım hayatın beni kitaplara ittiğini ve kendi çıkış yolumu yazarak bulduğumu söyleyebilirim. İyi yazabilmek için ise iyi ve kötü türden kitapları okumak önemli. Yazmayı öğrenmenin yazmaktan başka yolu da yok. Büyük yazar olmak neye tekabül eder? sorusu hakkında ise net bir fikre sahip değilim.”
Adıgüzel, Kapan filmiyle başlayan senaryo yazma serüvenine değindi. “Seyahat yapmayı seviyorum. Önceleri sadece gezmek için seyahat yapıyordum fakat senaryo yazmaya başlayınca işin rengi biraz değişti. Başka dünyalarda gördüğüm, duyduğum şeyler bana malzeme olmaya başladı. Seyahat görsel hafızayı çeşitlendirip, güçlendiriyor. Senaryo teknik bir metin ve filme çekilmezse edebi değeri yok. Senaristim ama sinema aslında yönetmen sanatı. Bütün her şey ve herkes yönetmene hizmet eder. Bu yüzden senaryonun sinemada kutsallaştırılacak yanı yok.”