Türkiye bir hikâye ve biyografi cenneti
Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezinde düzenlenen, kültür sanat gazetecisi Bedir Acar’ın sunduğu “Sanatın Ustaları Konuşuyor” söyleşi programı, aralık ayında Ayla ve Müslüm filmleri ile son dönem Türk sinemasında başarılı bir ivme yakalamış olan yönetmen Can Ulkay’ı konuk etti. Ünlü yönetmen sinemaya, kendi sinemasına ve sektörün sorunlarına dair önemli noktalara değinerek, sinemasının geleceğine dair planlarını dinleyicilerle paylaştı.
POPÜLER SİNEMADA HER FİLM BİR PROJEDİR Bedir Acar’ın ünlü yönetmeni “Bence Türk sineması hem gişeyi hedefleyen, hem de sanat ve estetiği hedefleyen çok önemli bir yönetmen kazandı diye düşünüyorum. O da Can Ulkay.” ifadeleriyle takdiminden sonra Ulkay kendi yönetmenlik hikâyesini şu cümlelerle aktardı: “Hayat tesadüflerle doludur diyerek başlayayım konuşmama. Küçük yaşlardan beri, fotoğraf çekmek, resim çizmek gibi şeyler ilgimi çekerdi ama çok da düşündüğüm şeyler değildi. Bakırköyspor’da lisanslı futbolcuydum, futbolcu olmak istiyordum. Hatta spor akademisine girmiştim. Fakat bir yandan fotoğraf ve resimle ilgilenmeye de devam ediyordum. Daha sonra Güzel Sanatlar Sinema TV bölümünü kazandım. 30 yıl kadar asistan ve yönetmen olarak reklam çekimlerinde bulundum. 2000’e yakın reklam filminde çalıştım. Popüler sinemada her film bir projedir. Çekimi, öncesi ve sonrasını düşünmek zorundasınız. Film çok iyi pazarlanmalı aynı zamanda ve bu pazarlama ile ilgili daha çekim başlamadan bunun plânlamasını yapmak zorundayız. Türkiye’de bir şeyleri plânlı olarak yapmak çok zor. Ama olabildiğince bir filmi en baştan bir proje olarak görerek yürümeye başladık. Ayla ve Müslüm filmleri bu yöntemle ilerledi. Başarılarının sebebi olarak sadece bir yönetmen düşünülmemeli. Tabi ki en önde yönetmen olarak ben duruyorum gibi görünüyor ama bunun projesi, çalışan insan sayısı, harcanan zaman hesaplandığında çok büyük bir iş. Ben kendi adıma övgüleri alıyorum ama her defasında bu projelerde bizimle çalışan yüzlerce, binlerce insana teşekkür ediyorum.” TÜRKİYE BİR HİKÂYE VE BİYOGRAFİ CENNETİ Bedir Acar’ın, Ulkay’a yönelttiği “Ayla filmi de, Müslüm filmi de arka arkaya iki biyografi filmi olarak önümüze geldi. Biyografi filmlerine karşı bir eğiliminiz mi var, yoksa bu tesadüf bir zincirleme mi oldu?” sorusuna ünlü yönetmen şu sözlerle yanıt verdi: “Türkiye bir hikâye ve biyografi cenneti. Fakat biyografi kitaplarımız neredeyse hiç yok. Türkiye’de bu konuda büyük bir sıkıntı var. Dünyada en popüler filmler, Oscar almış bir yığın film biyografi kategorisindedir. Mesela en son Bohemian Rhapsody (Freddie Mercury’nin biyografisidir) vardı. Bunların neredeyse hepsi kitaplardan uyarlanıyor. Bizde ise, mesela bir Müslüm Gürses kitabı yoktu. Keşke bir kitap olsa da, biz de o kitap üzerinden yürüyüp bu biyografiyi daha iyi anlatabilsek. Çünkü biyografi kitabı, konu üzerinde her şeyin çalışılmış olduğu bir şey. Hele o kitabın yazarıyla, yayıncısıyla anlaştığınızda size yayınlanmış ve yayınlanmamış tüm araştırma belgelerini ortaya koyacaklardır. Zaten iyi biyografik filmler böyle oluşuyor. Biz ise kulağımızı tersten gösterir gibi, filmi yapmaya araştırmalarla başladık. Bundan sonra da şirket olarak, gerçek hikâyeler ve biyografik hikayeler ile ilgilenmeye devam edeceğiz.” SALONLAR BİR PARA MAKİNESİ OLARAK DÜŞÜNÜLÜYOR Bedir Acar, sinema üretimimizin işleyişinde yılda en az 100 filmin çekildiği, fakat bu filmler içinden gişede ancak 15-20 tanesinin varlık gösterebildiğini, geri kalanların ise kendilerine ancak festivallerde yer bulabildiğini hatırlatarak, “Sektörü döndüren gişe filmleri ve estetiği, niteliği yükselten sanat filmlerinin buluşabileceği bir sinema yok mu?” şeklinde yönelttiği soruya Can Ulkay: “Sinema salonu sahipleri var. Onlar için kaybedilen her seans, aynı zamanda para kaybı demek. Sadece sinema bileti olarak düşünmeyin. İzleyicilerin sinema kompleksindeki diğer tüketimleri de bu kazanca dahil. Dolayısıyla her şeye seans olarak bakıyorlar. Çözümü adına, önce sinema sayılarının çoğalması lazım. Ben bakıyorum, bağımsız film seyredebileceğim bir sinema bulamıyorum. AVM’lerde zaten yok. Ancak bir film ödül alacak da, ayıp olmasın diye bir hafta oynatacaklar, o da belki. Bu işten para kazanıldığı için maalesef bu salonlar tamamen bir para makinesi olarak düşünülüyor. Oraya her gelen insan oralarda bir şeyler yiyip alışveriş yapıyor, ekonomik sirkülasyon sağlanıyor. Zaten AVM dışında sinema sayısı da çok azaldı. Bağımsız filmlerin daha çok seyredilmesi gerekiyor. Fakat dediğimiz gibi, salonlarda bu filmlerle karşılaşamıyoruz. Ancak festival kovalayacaksınız ya da bazı kültür merkezleri gösterecek, onları takip edeceksiniz. Bağımsız sinema ile popüler sinemayı birbirinden ayırmalı mıyız, tabii ki arada bir sınır var. Ben bir sanat okulunda okudum; fotoğraf, kadraj, renk bilgilerini ve bu bilgileri uygulamayı seviyorum. Filmlerimde olabildiğince bunu göstermeye çalışıyorum. Popüler sinema da olsa, kadrajımı doldurmaya çalışıyorum. Aslında her kadraj yönetmenin resmidir. Sadece oyuncu ile olmaz. O kadrajı yönetmen olarak sizin boyamanız lazım. Rengi, ışığı, aksesuarı, dekoru, açısı, her şeyiyle… Dolayısıyla popüler sinemaya görsel kalite, yani bağımsız filmlerde algıladığımız o görsel tat mutlaka katılmalı. Ben bunu katmaya çalışıyorum. Bağımsız ve popüler sinema böyle birleşebilir ve ancak bu kadar birleşebilir. Bağımsız sinema ise ancak ve ancak yeni salonlar (bu salonlarda oynatılmaları şartıyla) ile daha çok izlenilme şansı bulacaktır. Dünyada festivallerin yüzde doksan beşi bağımsız film festivalleridir. Bu kadar çok olmasının sebebi de, sinemanın doğduğu Fransa’da bile artık gösterilemiyor olmalarıdır. Bunlar için de neredeyse her şehirde sinema festivalleri düzenlenmeye başladı ki bu filmler seyredilebilsin diye.” cümleleriyle cevap verdi. Yönetmen Can Ulkay hâlihazırda üzerinde çalıştığı projelerden ise şu şekilde bahsetti: “Üzerinde çalıştığımız bir Dumlupınar Denizaltısı hikâyesi var. Bizim, bütün arşivleri araştıran, çok ciddi çalışan bir ekibimiz var. Bütün verileri bir torbaya doldurup, bir senaryo oluşturmak istiyoruz. Hikâyenin başı sonu belli. Ayla’nın hikâyesi de belliydi. Baktığınızda bir Türk askeri, Kore Savaşı’nda küçük bir kız çocuğu bulur ve ona bakar. Altmış sene sonra yine birleşirler. Buraya kadar tamam da, bunun içini nasıl dolduracaksınız? Kaç açıdan anlatabilirsiniz? Yine bir Fenerbahçe hikâyemiz var. Çok güzel bir hikâye. Hem Çanakkale, hem Kurtuluş Savaşlarında futbol; hem savaş, hem futbol. Çok dramatik, ama çok da komik unsurları olan bir hikâye. Ama hepsini birleştirmek çok zor. Şu an iki projenin de senaryoları bitti, ama en iyisini bulmak için etraflarında dönüyoruz. Yani işi belgeselden çıkarıp dramatik bir yapıya dönüştürebilmeliyiz. Böylece ancak hikâyelerimizi izletebiliriz.”
TÜRKİYE BİR HİKÂYE VE BİYOGRAFİ CENNETİ