Kapitalist sistemde iyi edebiyata geçit yok
Kırk yıldır farklı kulvarlarda yazı hayatının içinde olan Jale Sancak, Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezinde düzenlenen Bir Hayat Bir Hikaye programının konuğuydu. Sancak, edebiyatını besleyen damardan ve gerçekliklerden sözetti.
Usta yazar Hüseyin Su'nun hazırladığı Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezinde gerçekleştirilen Bir Hayat Bir Hikaye başlıklı söyleşi serisinin Mart ayı konuğu Jale Sancak'tı. Hayata bakmayı öteden beri sevdiğini ve bunun yazı hayatında önemli bir memba olduğunu ifade eden Sancak, yazdıklarına çoğu kez kolaycı bir bakışla nostalji yakıştırılması yapıldığını ancak bu değerlendirmenin doğru olmadığını söyledi. Sancak, "Eski İstanbul'dan bahsediyorsanız hemen orada bir nostalji yakıştırması yapılıyor. O yüzden de Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar İstanbul'un geçmişini değil ama bugününü anlatan, belki de o nostalji yakıştırmasına karşı oluşturduğum bir kitaptır. İstanbul'u öven değil döven bir kitap diyorum Tanrı Kent için." şeklinde konuştu. Hüseyin Su'nun "Hayatınızla hikayeniz arasında birbirini besleyen bağlardan biraz sözedebilir misiniz?" sorusuna ise şöyle cevap verdi Jale Sancak, "Hayal dünyası geniş bir çocuktum. Düşlemeyi, hayal etmeyi seven, o düşlerden, hayallerden yeni yapılar kurmak isteyen, insanlara merakla ilgiyle bakan, hayatı, insanları kavramak, öğrenmek isteyen bir insan olmanın bende yazıya doğru bir yolculuk yarattığını düşünüyorum. Küçük yaşta kitaplarla tanışmak, onların büyüsü, sözcüklerle oynamak onlarla bir şey meydana getirmek çocukluğumdan itibaren itibaren sevdiğim şeylerdi. Çok erken yaşta bana ne olacaksın diye sorduklarında 'Ya yazar olacağım ya ressam' derdim. Ortaokul ve lise yıllarımda yazıyla daha fazla ilgilenmeye ve üretmeye başladığımda da bilinçli bir karar verdim: Ne yaparsam yapayım bunun yanı sıra muhakkak hayatımı yazarak geçireceğim, dedim. Çünkü bu bana çok iyi gelen ve mutluluk veren bir şey." ÖYKÜ KÜLTÜRÜMÜ KENT BESLEDİ Hayatla teması ve bunun yazdıklarına yansıması hakkında ise "Yazıya taşıyacağım diye özellikle sokağa çıkıp, insanlara bakmıyorsunuz. İnsanlara ve hayata bakıyorsunuz ve bunu yaparken bir taraftan hayal etmeniz, gündüz düşleriniz devam ediyor. Çünkü öyle bir düşünme ve yaşama biçimi oluşuyor. Gerçeğe ve hayata bakarken bir taraftan öbür damar devam ediyor. Gerçeğe bakarken, hayata bakarken bir takım insanlar, bir takım yaşantılar görüyorsunuz ve gördüklerinizin içerisinde bazıları size çarpıyor, sizi sarsıyor, sizi çok etkiliyor. Bir şekilde bağ kuruyorsunuz onlarla. İşte onları yazıya taşıyorsunuz. Ama ille gördüğünüz gerçeği birebir taşıyacaksınız diye de bir şey yok. Burada devreye edebiyatın gerekleri giriyor. Dönüştürüyorsunuz, değiştiriyorsunuz kurmaca gerçeklikle yeniden kuruyorsunuz. O zaman gerçeğin içinden oraya aldığınız insanlar, hayal dünyanızın kahramanları oluyor." şeklinde konuştu. Öykü kültürünü oluştururken beslendiği isimler arasında Ferid Edgü, Onat Kutlar, Hulki Aktunç, Leyla Erbil, Nezihe Meriç, Sait Faik, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, 50 kuşağı, sonra 70 kuşağından kimi yazarları sıralayan Jale Sancak, "Yazılı metin anlamında öykü kültüründen sözettiğimizde beni besleyen, bana öykü kültürünü öğreten yazarlar olarak tabi bu isimleri sayıyorum ama aslında herkesi kucaklıyorum. Yazarların yanı sıra kent, kentin içinde yaşadığım yerler, o yaşadığım yerlerin atmosferi de çok etkili oldu. Tarlabaşı'nda doğdum ve Beyoğlu'nda geçti çocukluğum. Orası benim için, yazma anlamında bir deryaydı. Kozmopolit bir yapı; özellikle Rumlar var, Ermeniler, Türkler bir arada yaşıyoruz. Farklı kültürlerin, inanışların, yaşama biçimlerinin bir arada varolduğu, birbirini zenginleştirdiği, çok renkli bir yaşama alanıydı. Sanıyorum o da beni yazma açısından besledi, öykü kültürü dediğimiz şeye çok katkı sağlayan bir ortamdı. İlk kitabımda bu hikayeler vardı." dedi. Edebiyatın insanı değiştirmesi konusunda umutsuz olduğunu söyleyen Sancak, iyi ve has edebiyatın böyle etkisi olabildiğini ancak kapitalist sistemin bu türden kitaplara okurun ulaşmasının önüne geçtiğini kaydetti.