EDEBİYAT NE SÖYLER? / “Edebiyat ve İktidar” / 26.02.2021
Edebiyat Ne Söyler? seminer serisinde Cemal Şakar’ın Şubat ayında konuğu Selim Somuncu’ydu. “Edebiyat ve İktidar” meselesi ele alınarak, konunun Türkiye’de Tanzimat’tan günümüze gelen seyri değerlendirildi.
Cemal Şakar, Michel Foucault’dan bu yana iktidar kavramına çeşitli anlamlar yüklendiğini ve bunun günlük hayata da sızdığını söyledi. Selim Somuncu’ya Foucault ve edebiyat bağlamında iktidar denildiğinde ne anlaşılması gerektiğini sordu.
Selim Somuncu iktidarın devlet/ler ortaya çıktığı andan itibaren var olduğunu söyledi. İktidar terimi üzerinden felsefe yapıldı, terminolojisi oluşturuldu. Bu terminoloji post dönemde yeni tanımlara kavuştu. Salt iktidar etrafında teorik yorum biçimi teşekkül etmeye başladı. Foucaultve Antonio Gramsci kavramın terminolojisinin oluşmasında önemli isimler. Foucault iktidarı bir nevi çoğalttı. İktidarı keşfetmedi ama keşfedilmiş iktidar biçimleri deşifre ederek yeniden tanımladı. Güç ilişkileri çerçevesinde her toplumsal ilişkide var olan, kendini yenileyen, dinamik iktidardan bahsetti. Sadece salt siyasal değil, hayatın her alanına yayılmış iktidar ilişkileri yumağından söz etti. Kavramsal formülasyonu farklı olarak benzer şeyi Gramsci de dile getirdi. Foucault çözümleme yaparken bilgi üzerinden gidip, bilgi ve iktidarı harmanlayarak formülasyon geliştirdi, buna bilginin arkeolojisi dedi. Benzer şeyi Gramsci hegemonya kavramı üzerinden yaptı. Hegemonyayı iktidarın ideoloji nosyonlarını birleştiren bileşke kavram olarak gördü. Bunu edebiyata uyarladığında mikro iktidarla karşılaşıyoruz dedi Somuncu.
Türk Edebiyatında Yazarlar Neden İktidar Misyonu Yüklendi?
Selim Somuncu, yazarların rehberlik etme misyonu olduğunu söyledi. Buna siyasal önderlik de denebilir ki bu Gramsci’nin iktidar kuramı ile örtüşür. Anahtar kavram olarak hegemonya, dili güç unsuru olarak kullanır. Edebiyat da dil işi olduğu için dil hem gücün kullanım unsuru hem de gücün işleyişinde önemli bir metafor olarak, iki boyutlu niteliğe sahip oldu. Bir yandan iktidarın söylemini kurarken bir yandan da iktidarın yapı sökümünü gerçekleştirdi. Gramsci iktidar çözümlemesini dil üzerinden yaptı. Hegemonyayı açıklarken sürekli yeniden üretilen bir pratik kavram olarak tanımladı. Dil hegemonyasında salt dayatma söz konusu değil, rıza ilişkisi var. Edebiyatta da böyledir; okur, yazarın metnini dayatma ile okumaz, yazılanlara tabii olur. Gramsci bu yüzden seçkin ve tabii gruptan bahseder. Selim Somuncu, hegemonyada seçkin grup; bilgiyi veren, önder gruptur, okura bilgiyi dayatır. muhatap, tabii grup da bilgiye talep olandır. Aralarında da rıza ilişkisi söz konusudur.
Selim Somuncu bu noktada Osmanlı’nın son döneminde kendini gösteren dönüşümleri akılda tutmak gerektiğini söyledi. Tanzimat’tan günümüze modernleşme teşebbüsleri gönüllü ya da dayatma ile yaşandı. Değişim ve dönüşümler bazı siyasal olaylara neden olur. Romancıların da içinde olduğu bir grup aydın Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar devlet nasıl idare olunur sorusu üzerine tartıştılar ve alternatif çözümler aradılar. Dönem dönem artan bilgi kirliliği eklendiğinde romancılar, kendini aydın gören her yazar ister istemez, gönüllü ya da güdümlü olarak bu misyona girdi. Yeni devletin ideolojik temelleri nasıl benimsetilir sorusu bir takım siyasal taraflarla edebiyata sızdı.
Cemal Şakar, aydınlanmışlar ve aydınlanacaklarla karşı karşıya olunduğu için bir şekilde aydınlanma geleneğinin sürdüğünü söylemenin mümkün olduğunu belirtti. İktidarla roman arasında da nasıl bir etkileşim olduğunu sordu.
Selim Somuncu hegemonik söylemin sıradan olmadığını söyledi. Aydınlanmayı getirdiği gibi kuşatıcı dili ve kurucu misyonu nedeniyle tanımlayıcı, oyun kurucu bir misyonu da yüklenir. İktidar ve edebiyat ilişkisi salt siyasal çerçevede ele alındığında edebiyatçıların tabii olduğu iktidar var. Kanon, sansürle ilgili çalışmalar yaparken iktidara tabii olur. Bunun dışında edebiyat doğasında da iktidar görünmeden varlığını hissettirir. Yazarın üzerindeki iktidardan bahsedilir. Yazar yöneten siyasal değil, yazınsal iktidar olabilir.
Yazarın Görünmeyen İktidarı Nerede?
Foucault’nun iktidar çözümlemesinde yazarın okur üzerinde kurduğu iktidar mikro ölçekte. Edebiyat müfredat merkezli doğar, büyür, gelişir diyor, çünkü başlı başına ideolojik bir olgudur. Siyasal iktidarın tercihleri çok genel eğilimleri belirler. Yazarın okur üzerinde kurduğu iktidardan bahsetmek gerekir. Tanzimat’ta Türk okuru tahakküme açık, bu yüzden muktedir bir yazar tipolojisi var. Okurun bilgiye erişimi kısıtlı olduğu için her yazılı metne aç bir kitle var. Bu yüzen Türk okuru için yazar her şeyi bilen, filozof tavırlı, hiçbir bilgiyi eksik bırakmayan hüviyete sahip. Dolayısıyla Türk okuru yazarın hegemonik üslubuna bağlıdır. Hegemonik söylem Tanzimat’ta dönemin romanlarında görülebilir.
Hegemonik söylem konusunda Türk romanının akıbeti çok parlak değil. Çoğu roman örtük olmadan aşikâr biçimde okuyucuyu tahakküm eder. Çünkü yazarlar bir takım ideolojileri kendilerine vazife kabul etmiştir. Tanzimat’taki batıyı yakalama endişesi Cumhuriyet’te de görülür. Ayrıca yeni devletin ideolojik temellerini benimsetme çabaları da vardı. Bu yüzden iki dönemin benzer olduğunu söylemek mümkün. Gerek yazarın hükmetmeyi sevdiği gerek okurun tabii olmak zorunda olduğu bir kültür ortamında mikro iktidarların oluşması kaçınılmaz durum. Gramsci’nin hegemonya kavramı kültürü de içine alır. Yazarın iktidarından bahsederken yazarın üstündeki iktidar da söz konusudur. Burada çoğul iktidar ilişkisi ile karşılaşılır. Hegemonik söylem bunlardan da ilham alarak biraz daha yazarın tekelinde bir tavır olarak kendini gösterir.
Cemal Şakar, hegemonik söylemin 1970’lerden sonra romandan geri çekildiğini ama gizli bir sese dönüştüğünü söyledi.
Selim Somuncu bunun doğru olduğunu çünkü nihayetinde ideolojilerin değiştiğini belirtti. İktidara girildiği zaman ideoloji bir şekilde görünür olur. 60 ve 70’lerde kalem oynatan yazarlar farklı bir dil getirdi ama bu dil yer bulamadı. Atay’ın Tutunamayanlar’ı önce yadırgandı, yenilik zaten hep yadırganır. 80’lerden itibaren Atay tarzını devam ettiren yazarlar göründü. Yazarlar ideolojilerin olduğuna inanmaya başladı ve roman ideolojilerin halka taşınmasında öncü bir tür oldu. Cumhuriyet döneminde uygulamaya giren inkılapların, Tanzimat dönemi edebiyatçılarının dile getirdiği ilke ve inkılaplar olduğu söylenebilir.