Zeytinburnu Kültür Sanat’ta, Batı Medeniyetinin Afrika’yı Ötekileştirmek Üzerine Geliştirdiği Afrika Söylemi Konuşuldu
Asım Öz’ün sunduğu “Kavramların İzinde” söyleşi serisinin 22 Mart’taki konuğu Ahmet Sait Akçay’dı. Postkolonyolizmle ilişkili olan Afrika söylemi üzerine bir söyleşi gerçekleştirildi. Antropolojinin Afrika söylemini nasıl inşa ettiği ve Afrika çalışmalarında edebiyat eserlerinin temsil gücüne değinildi.
Ahmet Sait Akçay, Michel Foucault’nun üzerinde durduğu Jorge Luis Borges’in Öteki Soruşturmalar eserinden satırlara yer vererek konuşmasına başladı.
“Ansiklopedinin son sayfalarına doğru hayvanlar şöyle sınıflandırılıyor. İmparator ait olanlar, mumyalanmışlar, terbiye edilmişler, meme emen domuzlar, denizkızları, masal yaratıkları, başıboş köpekler, bu sınıflandırmaya girenler, deli gibi çırpınanlar, sayılamayacak kadar çok olanlar, deve kılından ince bir fırçayla resmedilenler, ötekiler, biraz önce bir sürahiyi kıranlar, uzaktan sinek gibi görünenler.”
Akçay, Foucault’nun bu alıntıdan bahsetme nedenini açıkladı. “Borges burada on iki kategoriden bahsediyor. Foucault alıntı üzerinden şu tespite ulaşıyor: masal aracılığıyla gösterilen aslında başka düşüncenin egzotik cazibesidir. Bu satırlar söylemsel bir yapıdan bahseder. Söylemsel yapılar, bilgi ve iktidar ilişkisini kurarlar.”
Afrika Edebiyatında Animizm ve Büyülü Gerçekçilik
Akçay, Foucault’nun bu bakış açısını destekler mahiyette Afrika edebiyatından bir romana değinmenin konuya açıklık getireceğini söyledi. “Nijerya edebiyatından Daniel O. Fagunwa, Forest of a Thousand Daemons eserinde mitsel bir alanı anlatır. Bir avcının gizemli bir ormandaki macerasını epik formatta dile getirir. Sözlü kültürün önemini gösteren roman, avcının av esnasında karşılaştığı tuhaf hayvanlara yer verir. Buradaki hayal dünyası ilginçtir çünkü Borges’deki sınıflandırmaya benzer bir atmosfer, değerler dizgesini epik formatta sunar. Başka bir romana geçiş yapayım. Amos Tutuola’nın Palmiye Şarabı Ayyaşı olarak çevirebileceğim eseri iki farklı tepki alıyor. Biri yazarın dili, kurgusu, cümleleri, ikincisi başarısına yönelik eleştiriler üzerinedir. Thomas Dylan, Tutuola’yı dünyaya şu şekilde tanıtır: romanında dehşet verici ve büyüleyici bir hikâye anlatır. Tutuola’nın başarısı Afrika edebiyatını bireyselleştirmesidir. Afrika edebiyatının imgelem dünyasını yansıtan Tutuola’nın eseri, ilk post kolonyal fantastik roman olarak tanımlanır. Büyülü gerçekçilik ve mitsel anlatının birleşimi olarak da kabul edilir. Yazarın amacı halk hikâyelerini anlatmaktır. Batı bu romana neden değindi, beğendi diye bir soru gelse modernistlerin kültüre olan ilgisinden dolayı diye cevap verebiliriz. Romanı eleştirenler, Afrika’nın Batının görmek istediği şekilde yazıldığını söyler. Bu roman gerçekten Batının görmek istediği Afrika’yı mı yansıtır? Yoksa Batının Afrika söylemini ters yüz mü eder? Burada şu ortaya çıkar; Roman büyülü gerçekçiliğin içinde yer aldıysa büyülü gerçekçiliğin ilk örneklerinden birisidir. Ben burada büyülü gerçekçilikten ziyade başka bir kavrama dikkat çekmek istiyorum. Animist realizm bu roman için alt tür olarak önerilebilir. Büyülü gerçekçilik bir hiyerarşi barındırdığı için Afrika edebiyatını yine Batının hegomonik yapısı içinde gösterir. Animizm ise Afrika edebiyatını anlatan metinlerin alt yapısını oluşturur. Animizm ruhların, tanrıların cisim içine yerleştiği ve orada cisimleştiği gerekçesiyle taş, ağaç gibi nesnelerde yer aldığını söyleyen inancın adıdır. Belli bir dinin formunu almayan manevi bir bilinç olarak görülebilir. Animizm en temelde eşya ile olan bir iletişim biçimidir. Eşyaya temellük edebilmek için saklı olan ruhu uyandırmak gerekir. Animizim toplumları ve zamandaki gerçek üstü kavramları anlamayı sağlar. Tutuola’ya geri dönersek, Batının hoşuna gitmek için mi yazıyor, Batı Afrika sözlü kültürünü yazınsal mı aktarıyor? Animizm neden ana akım içine yerleşmiyor? Tutuola’nın metinlerinde Afrika toplumlarının yaşamış olduğu ortak gerçeklikleri anlattığı iddia edilir. Ayrıca içsel epistemolojileri de tasvir eder. Afrika romanlarını batıl inançlar, primitivizm, vahşet, animizm, efsunculuk gibi Afrika söyleminin icat ettiği kavramlarla okursak bu romanları Batının ötekileştirdiği sıfatlarla kategorize etmiş oluruz.”
Antropolojik Söylemin Afrika İcadı
Ahmet Sait Akçay, antropolojik söylemin Afrika’yı nasıl kavramsallaştırdığına değindi. “Antropolojizmin babası Edward Taylor canlı ve cansız ayrımı yapmaz. Afrikalılar barbar olarak görülürdü. Primitif toplum oldukları gerekçesiyle araştırma nesnesi haline geldikleri için bir kültüre sahip oldukları düşünülmedi. Antropolojinin derdi öteki kültürlerdir, öteki kültürler üzerinden primitivizmi üretti. Durkheim’e göre primitif kişi bir çocuk gibi düşünür. Aydınlanmaya geldiğimizde Afrika aklının çok primitif düzeyde, bir embriyo gibi olduğu söylemleriyle karşılaşırız. Talal Asad bu anlayışa karşı çıkar. Asad antropoloji disiplinin öteki toplumları nesneleştirerek, Afrika bilgisini şekillendirmede araçsal bir görev yüklendiğini söyler. Sömürgeci iktidar yapısı, antropolojik çalışmanın amacını erişilebilir ve güvenilebilir hale getirir. Asad’a göre antropoloji Batı ile üçüncü dünya arasındaki güç eşitsizliğine dayanır ve aradaki mesafe hep korunur. Afrikalı imajının kasıtlı olarak Avrupalılar tarafından inşa edildiği söylenir kimi düşünürlerce. Bunlar söylemler ve dominant yapıdadırlar. Söylemler dışında başka imaj inşa etmek ve anlam üretmek zor. Foucault söylemin kurumsallaşmış bir yapı olduğunu, iktidarın, bilginin ve söylemin bizi belirli bir özne olarak üretmek için birlikte hareket ettiğini söyler. Söylem aslında bizim hareket alanımızı, düşünme biçimlerimizi belirleyen hegemonik yapıdır. Söyleme karşı çıksanız da yine o söylemin içindesinizdir aslında. Afrika hiçbir zaman kendi başına bağımsız bir özne olarak var olamaz. Bağımlılık üzerine kurulmuş sistemin içindedir. Afrika’yı konuştuğumuz andan itibaren boca edilmiş birçok hikâye ile karşılaşırız: açlık, yoksulluk, vahşet, hastalık, paganizm, yetersizlik, insani yardım, yamyamlık. Bu liste uzar gider. Afroromantik söylemi oluşturan sıfatlar dışında Afrika hakkında konuşmak zordur.”
Afrika Edebiyatı Afroromantik Söylemlerle Baş Edebilir mi?
Akçay, Afrika üzerine üretilen söylemlerle edebiyatının baş edip edemeyeceğini sorguladı. “Afrika edebiyatı bu söylemlerle baş edebilir mi? sorusu ayrı bir tartışma konusudur. Sömürge kütüphanesi önemli bir kavramsallaştırmadır. Afrika’yı öteki olarak icat eden temsillerin tarihsel arşividir. Arşiv sadece kayıt altına almaz, epistemolojik kolonyalizmin de merkezini oluşturur. Başka bir kavram daha konuşulmalı: “civilization mission.” İnsanları medenileştirme amacıyla aslında sömürgeci iktidar sürekliliğini sağlamıştır. Batıda uygarlık sürecinden bahsedilebilir. Batıdaki başarılı olan uygarlık süreci ile Afrika’daki uygarlık misyonunun başarısızlığı arasındaki tezatlığı nasıl açıklayabiliriz? Hans Barth, başlığını “Afrika Grameri” olarak çevirebileceğimiz makalesinde zamanındaki Fransa’da görülen Afrika imajlarını ele alır. Afrika’yı tanımlayan sözcük dağarcığının varsayımdan ibaret olduğunu söyler. Bu kelimelerin yasa kurucu olduğunu belirtir. Barth, Afrika söyleminin Afrika’dan önce var olduğunu ortaya koyar. Edward Said “Afrika’yı tasavvur etmek Afrika üzerine savaşa girmektir” demiştir. Önemli bir noktadır burası çünkü tarihsel bir birikimi de ortaya koyar; Afrika üzerin konuştuğumuz andan itibaren onu sömürgeleştirme riskiyle karşı karşıyayız çünkü kendimizi o söylemin içinde buluruz demiş olur.”