Zihinsel taşralılık daha tehlikeli!
İsmail Kılıçarslan'ın hazırlayıp sunduğu Şiir Meclisi'nde konuşan Ahmet Edip Başaran, yeni nesillere hürmet ve adalet duygunu aşılayan dergi ortamlarının ortadan kalktığına dikkat çektiği konuşmasında merkez-taşra meselesinde ise zihinsel taşralılığın daha tehlikeli ve sorunlu olduğunu kaydetti.
Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezinde gerçekleştirilen Şiir Meclisi'nde her ay şairleri ağırlayan İsmail Kılıçarslan, Mayıs ayında Ahmet Edip Başaran'la şiiri, taşrada şair olmayı ve şiir dergilerini konuştu. Taşra’da yaşıyor olmanın şiirle ilişkisini soran Kılıçarslan'a Ahmet Edip Başaran, "Modernleşen dünyada özellikle iletişim teknolojilerinin had safhada olduğu bir dönemde taşralılık bahsinin biraz daha farklı düzlemlerde ele alınması gerektiğini düşünüyorum" diye cevap verdi. Üniversite eğitimi için İstanbul'a geldiğini ve 2001’de İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’nun değişik vilayetlerinde, ilçelerinde edebiyat öğretmeni olarak çalıştığını anlatan Başaran, sözlerine şöyle devam etti: "Elias Canetti İnsanın Taşrası kitabında anlatır. Taşra kelime anlamı olarak dışarı demek. Bazen fotoğrafı net olarak görebilmeniz için dışarıya çıkmanız, dışarıdan içeriye doğru bir bakış gerekiyor belki. Beraber bir yola girdiğimiz, yazı çizi çalışmalarında beraber yürüdüğümüz arkadaşların burada olması hasebiyle İstanbul’da yaşamayı isterdim. Ama taşranın dışarıdan içeriye bakışı kolaylaştıran bir özelliği var. Biraz bu açıdan yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. O anlamda memnunum. Şiire ve şiirin içine dair meselelere insan merkezinde hatırı sayılır katkılar sunduğunu düşünüyorum. Zihinsel taşralılık bence daha tehlikeli ve sorunlu. " Başaran, zihinsel taşralılık meselesine ise şöyle açıklık getirdi; "Büyük bir şehirde büyük bir medeniyet mefkuresinin büyük bir davanın soluk alıp verdiği havayı teneffüs etmeyen, bugün konuştuğu cümlelerin, meselelerin yarın hiçbir kıymeti harbiyesinin kalmadığı günübirlik yaşamla meşgul olma hali biraz bu. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kurduğumuz denklemde yaşadığımız şehirler bize ne katıyor, biz o şehirlere ne katıyoruz? Bu önemli. Şiir sözkonusu olduğunda benim için öncelikli sorulardan birisi 'gidiş nereye?' sorusudur. Taşrada olmanın bu anlamda katkı sunduğunu düşünüyorum. Bu perspektiften yaklaşıldığı zaman mesele biraz zihinde olup biten bir şey. " SOSYAL MEDYA BİZİ SENTETİKLEŞTİRDİ Şiir dergilerinin 'okul' olduğu son dönemlerde Yedi İklim dergisinde geçirdiği sürecin kendisini beslediğinden sözeden Başaran, "Şiirin üzerinde çalışılması gereken bir disiplin olduğuyla alakalı meseleleri içine girdiğimiz edebiyat dergileri ve o dostlar aracılığıyla edindik biraz da." diye konuştu. Başaran, dergilerin neden önemli olduğunu "Edebiyat dergiciliğinin tarihine baktığımızda ustaların çıkardığı dergiler ve bu dergiler bünyesinde oluşan edebiyat toplulukları vardır. 90 kuşağında böyle bir oluşum vardı. 90'dan sonra ise 2000 ve 2010 kuşağı daha tekil daha yalnız, marazi bir yalnızlığın yüceltildiği sanatın çok yüce, çok ulvi standartlara çekildiği bir düzleme de kaydık. Popüler edebiyat dergilerinin öne çıkmasıyla bir ayrışma oldu belki. Biz o dergilerde bir şekilde bir aradaydık, beraberdik. Hem şiirin, hem yazının kendine mahsus meseleleriyle alakalı konuşuyorduk. Kişiliğimizin geliştiği, piştiği hem yazıya dair atfettiğimiz disiplinlerin kendiliğinden o ortam içerisinde yetiştiği zenginleştiği bir dönemdi." sözleriyle anlattı. Başaran, dergilerin bu misyonu ortadan kalktığı için şimdiki nesillerin o hürmet duygusundan yoksun yetiştiğini ifade ederek şunları söyledi: "Gözlemlediğim şöyle bir şey var; çok kolay adam harcıyoruz, insanları bir kalemde silip atabiliyoruz çünkü biz çok şey biliyoruz. Adam oturduğu yerden bir cümlede Necip Fazıl'ı, Sezai Karakoç'u, İsmet Özel'i silip atabiliyor. Abilerin başta olduğu bir edebiyat dergisi terbiyesinde yetişmedikleri için hürmet, saygı dediğimiz kavramların yaşayarak tadına varmadıkları için çok kolay adam harcıyorlar ve bu beni gerçekten çok hayrete düşürüyor. Sosyal medya, kullandığımız teknolojik araçlar, o sentetik dünya bizi de giderek sentetikleştirmeye başladı. Bu hürmeti yitirdiğimiz an bu kuşaklar bundan sonraki kuşaklara ne aktarabilecekler? Arkadan gelen nesle bırakabileceğimiz en büyük miras hürmet ve adalet."